Aralık 2014’te Zülal Fazlıoğlu Akın ve Özlem Ece tarafından hazırlanan Türkiye’de Sanat Eğitimini (Yeniden) Düşünmek raporu üzerine, İKSV Kültür Politikaları Çalışmaları Direktörü Özlem Ece’yle konuştuk.
Bu sohbette, sanat eğitiminin birey ve toplumlar için önemi, sanat eğitimi ve kültür politikaları konusunda Türkiye’nin durumu, bu konularda farklı ülkelerle karşılaştırmalı bakışı, Türkiye’de sanat eğitiminde iyileştirilmesi gereken şartları ve bu konuyla alakalı olumlu örnekleri bulacaksınız.
Özlem Ece’yle sohbet ederken kültür alanının toplumlar için ne kadar önemli olduğunu, sanat eğitiminin bireyleri yaratıcı düşünce konusunda ne derece geliştirdiğini düşündük. Türkiye’de bu alanda gideceğimiz yolun hâlâ oldukça fazla olduğunun bir kez daha farkına vardık. Biz bu sohbetten çok keyif aldık, sizin de seveceğinizi umuyoruz.
Dört Yüz Beş
29 Ocak 2016
Sohbet Tarihi: 8 Ocak 2016
Künye
Röportaj: Buğra Barçın, Selcan Kaynak
Ses: Buğra Barçın, Çağrı Mutaf
Deşifre: Naz Vardar
Fotoğraflar: Çağrı Mutaf
Sohbeti aşağıdaki kutudan dinleyebilirsiniz (oynatma tuşuna basın).
Türkiye’de Sanat Eğitimini (Yeniden) Düşünmek raporuna erişmek için tıklayın.
Buğra Barçın: Merhaba bugün 405’te Özlem Ece’yle beraberiz. Özlem Ece, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) Kültür Politikaları Çalışmalarının direktörü. Ben önce Özlem’den kendisini biraz tanıtmasını ve daha sonra İKSV Kültür Politikaları bölümünden kısaca bahsetmesini isteyeceğim.
Merhaba, hoş geldiniz. Ben İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nda (İKSV) Kültür Politikaları Çalışmaları departmanının direktörüyüm. İKSV’de 2008 yılından bu yana çalışıyorum. Kültür Politikaları Çalışmaları da 2011 yılından bu yana İKSV’de var.
Lisansı Marmara Üniversitesi’nde Fransızca Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi bölümünde okudum. Sonra kültür projeleri yönetimi alanına doğru kaydım. Kültür politikaları alanını siyaset biliminin bir alt dalı olarak benimseyip sanat yönetimi üzerine devam etmeye karar verdim. Fransa’da, IEP Grenoble’da bu konu üzerine yüksek lisans yaptım; 2002-2003 yıllarında Fransa’daydım. O dönemde Türkiye’de kültür yönetimi, sanat yönetimi alanı popüler değildi. Hâlâ çok popüler değil, ama artık daha çok bölüm var. O dönemler yeni bir alandı.
Ben böyle bir yüksek lisans yapmaya karar verdiğimde, bunu anlatırken insanlar yadırgayarak “Ne yapacaksın tam olarak?” diye soruyorlardı. Böyle baktığımızda, disiplin açısından bu alanın göreceli olarak kısa sürede çok ilerleme kaydettiğini söyleyebiliriz. Sonra Türkiye’ye döndüm ve kültür-sanat alanında farklı projelerde çalıştım. 2008’den beri İKSV’deyim, 2011’den beri de kültür politikaları üzerine çalışıyorum.
Barçın: İKSV Kültür Politikaları birimi ne yapıyor? Onu da kısaca anlatır mısın?
Tabii. İKSV 2011 yılında böyle bir departman kurarak kültür politikaları çalışmalarını ana faaliyet alanları arasına aldı. Şimdilik 2 kişilik bir departman burası ama fiili olarak 2 kişi çalışsa da, bu vakfın genelini kapsayan bir çalışma alanı. İKSV artık 40 küsur yılını devirmiş bir kültür kurumu. İstanbul’un en eski, en köklü kültür-sanat kurumlarından biri… Ana faaliyet alanı kültür-sanat etkinlikleri düzenlemek, İstanbullu izleyicilerle kültür-sanat alanının, güncel kültür üretiminin seçkin örneklerini buluşturmak. Misyonunu kabaca böyle tanımlayabiliriz. Bunu yaparken bir yandan da kültür-sanat dünyasına verilerle, akademik çalışmalarla, kültür politikaları çalışmalarının üretimleriyle katkıda bulunmak gibi bir hedefi var. Bu yüzden 2010 yılında misyonunu, vizyonunu gözden geçirirken böyle bir departman kurmaya ve bunu ana alanlarından biri olarak benimseyerek kamuoyuyla paylaşmaya karar veriyor.
Neler yapıyoruz? Biz her sene bir araştırma yürütüyoruz. Çıktıları açısından bakarsak, kültür politikaları alanında bir soruna temas eden, doğrudan çözüm üretebileceğimiz bir politika önerisi geliştirilmesine imkân sağlayacak bir araştırma konusu seçiyoruz. Her sene odaklandığımız bir konuda masa başı ya da saha araştırması yaptıktan sonra sonuç raporunu kamuoyuyla paylaşıyoruz. Bu ana çıktılarımızdan biri. Bu kültür politikaları raporlarını 2011’den beri her yıl yayınladık. Bunlara web sitesinden erişilebilir. Onun dışında sene boyunca gündemi yakalayacak başka çalışmalarımız da oluyor. Biz bunlara politika metni diyoruz. Bunlar daha çok gündemle ilişkili oluyor. Örnek vermek gerekirse, seçim dönemlerinde siyasi partilerin seçim bildirgelerinde kültür politikalarına nasıl yer verdiklerini analiz eden bir çalışma yaptık. Önce seçim bildirgelerinin yayımlandığı dönemdeki mevcut durumu inceledik. Daha doğrusu bu zamana kadar hep böyle yapmıştık. Önce seçim bildirgelerini inceliyor ve maalesef kültüre hiç yer verilmediğini görüyorduk. Bu sene dedik ki proaktif bir çalışma yapalım ve bildirgeler yayımlanmadan evvel nasıl olması gerektiğine dair bir öneri geliştirelim. “Bir seçim bildirgesinde kültür politikaları nasıl yer almalı?” diye düşünerek bir öneri metni hazırladık. Bildirgeler yayımlandıktan sonra da üzerine bir değerlendirme yazısı yazdık. Bunu web sitemizden ve siyasi partilerle paylaşarak kamuoyunun gündemine sunduk.
Bu örneklerde olduğu gibi, İKSV sene boyunca ürettiği verilerle, yürüttüğü araştırmalar ve çalışmalarla, düzenlediği ya da katıldığı toplantılarla kültür politikalarının ülke gündemine gelmesi için çalışıyor. Bunu veriyle desteklemeye çalışıyor ya da yapılan toplantılara katkı sağlayarak somut öneriler, politikalar, çözümler üzerinden konuyu tartışmaya açıyor. Çünkü kültür-sanat alanı biraz kenarda kalmış bir alan. Daha çok gündeme gelmesi için, etkinlikler dışında da gündeme gelmesi için, özellikle de siyasilerin gündemine girmesi için her türlü çalışmayı yürütüyor İKSV.
Barçın: Bugün de aslında biz bu raporlardan birini konuşmak üzere geldik buraya. Türkiye’de Sanat Eğitimini (Yeniden) Düşünmek raporu üzerine konuşacağız. Öncelikle bu raporu hazırlamanıza sebep olan temel motivasyon neydi? “Hadi bunu yapalım” dediğiniz nokta neydi? Onu soracağım.
Türkiye’de Sanat Eğitimini (Yeniden) Düşünmek raporunu Aralık 2014’te yayımladık. Temel çıkış noktamız, sanat eğitiminin bugüne kadar eğitimcilerce çalışılmış ve üzerine konuşulmuş olmasına rağmen, kültür politikaları alanının kenarında kalmış olduğunu fark etmemizdi. Sanat eğitimi öyle bir alan ki, ne eğitim politikalarının ne de kültür politikalarının doğrudan odağında hiçbir zaman olamamış. Tabii ki çok değerli akademisyenler ve eğitim camiasında bu konu üzerinde çalışan uzmanlar var. Özellikle eğitim fakültelerinin sanat eğitimi alanında çalışan akademisyenler bugüne kadar birçok şey söylemiş, ama eğitim dünyasının kendine ait o kadar çok sorunu, dinamiği ve değişken durumu var ki bu konu öncelik haline gelememiş. Kültür politikaları ya da sanat eğitimi, bir politika konusu olarak yeterince gündeme taşınamamış. Kültür politikaları açısından baktığımızda da -az önce de anlattığım gibi nispeten yeni bir alan zaten-, o alanın da kendine ait birçok önceliği var. Biz istedik ki, bu iki dünyayı kesiştirebilecek olan sanat eğitimi konusu, eğitim ve kültür camiaları tarafından birlikte tartışılsın ve gündeme gelsin. Konu üzerinde düşünmeye başladığımız zaman kavramsal düzeyde de farklılıklar olduğunu, herkesin konuyu başka bir tarafından ele aldığını gördük. Dolayısıyla birlikte düşünmeye ihtiyaç olduğunu hissettik. Özellikle de 2000’lerden bu yana toplumun kutuplaştığı bir süreçten geçiyoruz. Bizi birlikte düşünmeye sevk edecek konulara daha çok ihtiyacımız olduğu fikrinden hareketle, böyle bir araştırma yapmaya karar verdik ve bu raporu yayımladık.
Barçın: İçeriğine geçmeden önce hazırlanma sürecinden kısaca bahsedebilir misin?
Bu raporu Amerika’da Ohio Eyalet Üniversitesi’nde şu anda Avrupa ve Türkiye arasındaki kültürel ilişkiler üzerine doktora tezini yazan Zülal Fazlıoğlu Akın’la birlikte hazırladık. Ben her rapor için bir akademisyenden destek almayı tercih ediyorum, çünkü kültür politikaları doğası gereği çok disiplinli bir alan ve birlikte çalışmaya çok ihtiyaç var. Farklı gözlerden bakmaya ihtiyaç var. Bu çalışmayı Zülal’le birlikte tamamladık. O Amerika’daydı, ben buradaydım. Tamamen Skype görüşmeleri ve e-posta yazışmalarıyla, hiç yüz yüze bir araya gelmeden bu çalışmayı yapmış olduk. Bizim için zorluydu. Kaç e-posta yazdık, kaç çevrimiçi görüşme yaptık acaba raporu yazarken diye düşündük.
Genellikle bu raporlarda şöyle başlıyor mesela; biz bir fikirle geliyoruz, sonra sorun olarak tespit ettiğimiz konuyu açmaya başlıyoruz ve sonunda bir öneriye gitmeye çalışıyoruz. Politika önerisi geliştirebilecek isek konuyu raporlaştırıyoruz. Sanat Eğitimi’nde, İKSV’nin bugüne kadar diğer hazırladığı raporlardan farklı olarak bir konuyu daha kavramsal olarak ele almak istedik. Neticede önerdiğimiz şey, sanat eğitimi konusunda bir politika geliştirilmesiydi. Ama bunu söyleyebilmek için sanat eğitiminin farklı kavramsal açılımlarına bakmak istedik. Dolayısıyla öncekilerden biraz daha kapsamlı bir çalışma ortaya çıkmış oldu. Hacim olarak baktığımızda da diğer raporların iki katı gibi duran bir rapor söz konusu. Üzerine söylenecek çok şey vardı çünkü.
Barçın: O zaman ilk sorumu sorayım bununla alakalı. Daha genel aslında sanat eğitimi politikaları üzerine. Sanat eğitimi politikalarının birey ve toplum üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsun?
Sanat eğitimi konusunda “Sanat eğitiminin bireye katkısı nedir?” diye düşündüğümüz zaman, her şeyden önce kişinin yaratıcılığını geliştiriyor olması en temel konu. Yaratıcı düşünceyi, eleştirel düşünceyi destekleyen şey sanat. Dolayısıyla da sanat eğitimi bu yönde atılacak ilk adım. Eğer çocuklara okul öncesinden başlayarak, eğitimin bütün kademelerinde ve eğitimin temel bir bileşeni olarak sanat eğitimini verirseniz, çocuğun kapsamlı bir eğitim almasına aracılık etmiş oluyorsunuz.
Toplumsal olarak baktığımızda da yine birçok bileşen var. Birkaç tanesinden bahsetmek gerekirse; öncelikle bireydeki etkisinin dışında, genel olarak eğitimde niteliğin artırılmasına vesile oluyorsunuz. Çünkü sanat eğitimi dediğimizde, sadece sanat pratiklerinin eğitimi değildir. Sanat tarihi eğitimi, eğitimin diğer dallarının içeriğinin derinleştirilmesi için sanatın kullanılması gibi konulardan da bahsettiğimiz için, genel olarak eğitim kalitesinde bir nitelik artışından bahsediyoruz. Bu da toplumu daha ileriye götürecek temel şeylerden biri.
Sanat eğitimi ile birlikte kültüre erişim hakkı gibi temel bir konudan da bahsediyoruz. Şuradan hareketle; bütün çocukların, bireylerin, toplumda yaşayan herkesin kültür-sanata eşit şekilde erişim hakkı vardır. Bu, İnsan Hakları Bildirgesi’nden itibaren kabul edilmiş ama çok da uygulanamayan bir mesele. Bunu hak olarak koyduğunuzda, ―aynen sağlık hizmetleri gibi, eğitimin bütünü gibi― bireylerin küçük yaştan itibaren toplumun içinde sanata erişimini sağlayacak düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Bunun için de önce temas yüzeyini artırmanız gerekiyor. Dolayısıyla sanat eğitiminin böyle bir fonksiyonu var.
Bireysel entelektüel gelişimi zaten söyledik. Kültürel okuryazarlık, bireyden başlayıp topluma yayılan bir şey. Özellikle 21. yüzyılın bilgi toplumunda kültürel okuryazarlık, sosyal medyanın gelişimi ve dijital dünyanın hayatımıza girmesiyle, iş dünyasında da çok önemli bir etken oldu. Kültürel okuryazarlığın geliştirilmesi için sanat eğitiminin önemi var. Sanat eğitimi dediğimizde böyle birçok başlıktan bahsedebiliriz. Bireyden başlayıp topluma yayılan birçok etkisi var.
Barçın: O zaman biraz şeyi konuşalım, aslında siz bu raporlarda bakınca Türkiye’de bir fotoğraf çekiyorsunuz o ana dair ve ona dair çözümlerinizi sunuyorsunuz. Türkiye’de bu alanda, sanat eğitimi konusunda ne durumdayız şu anda ve yaptığınız zaman içerisinde?
Ben işe politika düzeyinden bakarak başlamayı öneriyorum. Maalesef sanat eğitimi konusunda bir politika geliştirilmemiş. Biraz bütüncül bakmaya çalışıyorum konuya. Planlı kalkınma dönemi başladığında Türkiye’de, bir dönemde bu konu üzerine çalışmalar yapılmış, ama pratikte hiçbir zaman hak ettiği yeri bulamamış. Bugün hepimiz biliyoruz ki, kültür-sanat alanı hep ihmal edilen, kenarda kalmış bir alan. Bunun eğitim alanına yansıması da bu.
Sanat eğitimi konusunda birlikte düşünmeye çok ihtiyaç var. Bu konuda bir politika geliştirilip alana bir bütçe ayrılmadığı, eylem planlarının içine dahil edilmediği için iyi niyetli girişimler hep kısıtlı çevrelerde kalmış. Halbuki alanın gelişimi için daha topyekun bir çalışmaya ihtiyaç var. Çünkü az önce de bahsettiğim gibi, hem eğitim hem de kültür-sanat dünyasının kesişiminde kalan bir alan bu. Eğitimcilerin sanat dünyasıyla yakın çalışması gerekiyor, aynı şekilde siyasetçilerin -gerek merkezi hükümetin gerekse yerel yönetimlerin- de kültür dünyasıyla, kültür-sanat aktörleri ve alanın bileşenleriyle yakın temas içinde olup politika geliştirmesi gerekiyor. Bu alana bütçe ayrılması gerekiyor ki, elimizdeki müfredat daha da gelişebilsin, bu bir öncelik haline gelebilsin. Dolayısıyla yapılacak çok şey var ama bu konu hiç topyekûn seferberlik halinde ele alınmamış. O yüzden Türkiye’de sanat eğitimini yeniden düşünmek gerek dedik bu raporda. Sanat eğitimi üzerine daha önce de düşünüldü ama herkesi bir araya getirecek ve bütün aktörleri harekete geçirecek şekilde öncelik verilip konuyu politika meselesi haline getirerek yeniden düşünmek lazım. “Neresinde sorun var?”, “Niye bu sistem işlemiyor?”, “Nereden başlamak lazım?” diye düşünmeye ihtiyaç var.
Biz raporun sonunda bu konunun öncelik haline gelebilmesi için politika önerileri geliştirdik. Özellikle bir müfredat önerisi yapmadık, çünkü çok fazla veri yok ama yine de eldeki verilere baktığımızda, müfredatın geliştirilebilir olduğunu gördük. Birçok sanat eğitimcisi var, içerik var, dünyadaki iyi örneklere de bakılarak bu içerik daha iyi hale getirilebilir, ama asıl sorun bunu bir planlama mantığıyla takvime oturtmak, bütçe ayırmak ve daha çok insanı dahil ederek konuyu masanın üstüne koymak. Orada yapılacak çok şey var. Onun için bu rapor, ilk aşama. Konuyu gündeme getirip, siyasetçilerin özellikle kültür dünyasıyla birlikte konuyu ele almasını sağlamak gerek. Zaten sonraki aşama eğitimcilerin ve alanın uzmanlarının işi.
Biliyorsunuz, eğitim alanı o kadar çok değişime uğradı ki son yıllarda, temel eğitim sistemine dair temel bileşenler bile çok sık değişti. Liseye giriş sınavları değişti, bir sürü yeni uygulama geliyor. Eğitim dünyası zaten bunlara kendini adapte etmeye ve çözüm üretmeye çalışırken “Bir de bu konu mu?” diyebilirler. Ama biz diyoruz ki bu da eğitimin temel bir bileşeni. Aynen matematik gibi, bilim gibi, diğer bütün dallar gibi sanat da eğitimin içinde kapsamlı şekilde yer almalı. “Diğer gündemler hallolacak, ondan sonra sanat eğitimi gelecek.” diye bir yaklaşım söz konusu olamaz. Onlarla birlikte sanat eğitimi de tartışılmalı. Onun için böyle bir konuyu gündeme getirdik, bakalım devamı nasıl gelecek.
Barçın: Bir de biraz Türkiye içinde tarihsel bakmak istiyorum. Raporun içinde cumhuriyetin ilk yıllarında bir noktada sanat eğitimi konusunda biraz çalışılmış ve bir noktada başarılı bir noktaya gidiyormuş ve daha sonra çeşitli sebeplerle bozulmuş gibi bir ibare vardı. Öyle baktığımızda, o yıllarda başarılan neydi ve hangi şey aslında daha başarısız bir noktaya doğru sürükledi bizi?
Türkiye’de hiçbir zaman sanat eğitimi konusunda kapsamlı bir çalışma yapılmamış. Az önce bahsettiğin gibi, cumhuriyetin ilk yıllarında ve planlı kalkınma döneminde konu gündeme alınmış. Birtakım raporlar hazırlanmış, nasıl yapılabileceğine dair çalışmalar yürütülmüş. Devletin kültür kurumları oluşturulmuş, eğitim konusu içinde bu konu da ele alınmış ama cumhuriyetin kuruluş tarihinden itibaren baktığımızda, planlı bir politikayla sonuca ulaşılamamış. Hep diğer gündemlerin altında kalmış, esiri olmuş gibi düşünebiliriz. Türkiye’de kültür-sanat alanının temel sorunu bu. Bu, bugüne dair, 5-10 yıla dair bir konu değil. Kültür-sanat alanı Türkiye toplumunda hiçbir zaman hak ettiği yeri bulamamış. Tabii çok da haksızlık etmek istemiyorum; bir yandan da İKSV gibi birçok kültür-sanat kurumu da var. Çok ciddi bir dinamizm var aslında. İstanbul artık dünyanın kültür başkentlerinden biri; sadece Avrupa’nın değil, dünyadan birçok şehrin de rekabet ettiği bir şehir haline geldi. Ciddi bir kültür-sanat üretimi var burada, gittikçe de artıyor, İstanbul daha çok ilgi çekiyor. Türkiyeli sanatçılar dünyada prestijli ödüller ediniyorlar. Bugün Nobelli bir yazarımız var, Nuri Bilge Ceylan, Cannes’ı salladı vesaire. Yani ciddi bir üretim var. Bu tarafından baktığımızda bir hareket var, ama bu alanın siyasi açıdan da politikayla, bütçeyle desteklenmesine ihtiyaç var. Bu bütünsel bir durum. Kültür politikaları açısından genel olarak baktığımızda, biz hep bunu söylüyoruz; Kültür Bakanlığı kuruluşundan bugüne kadar devletin genel bütçesi içinde hiçbir zaman çok büyük bir pay alamamış.
Şunu demek biraz kısıtlayıcı bir bakış açısı olur, “Bir dönem yapılmış, sonra olmamış.” Bana sorarsanız hiçbir zaman hak ettiği yeri bulamamış, hep belli bir mesafede kalınmış. O yüzden sanat eğitimi gerekli diyoruz aslında. Siyasilerin de konuyu gündeme alabilmeleri için, önce kültür-sanat izleyicisi olmaları gerekiyor. Yerel seçimlerden önce bize böyle bir soru sormuşlardı: “Ne bekliyorsunuz belediye başkanlarından ya da yerel yöneticilerden?” diye. “Gelip izlemelerini bekliyoruz.” dedik her şeyden önce. Çünkü kamu fonu talep ettiğiniz ya da başka bir politika beklediğiniz noktada, konuyu anlatabilmenin tek yöntemi onların o sahneyi ya da etkinliği birebir izleyici olarak yaşamış olmaları. Çünkü kültür-sanatın her şeyden önce kişinin düşünce dünyasına ve kişisel gelişimine olan katkısını ancak o bireysel etki yaratabilir. O yüzden sanat eğitiminin okul öncesinden başlayarak, planlı bir şekilde insan hayatına değmesinin yöntemini aramak lazım. Hatta illa okul da şart değil, kültür kurumları var, yerel yönetimlerin eğitimleri var. Aslında bir sürü şey var, sadece bunları derli toplu ele almak, bütün disiplinlere eşit mesafeyle yaklaşıldığından emin olmak ve ülke geneline yayılmasını sağlamak lazım. Bu da bir politika konusu. Bunu ancak uzun vadeli planlarla sağlayabilirsiniz. “Bu hiçbir zaman yapılmamış.” dediğimiz şey bu aslında. Buna dair çalışmalar olsa da hiçbir zaman yeteri kadar gelişmemiş.
Dünyadaki örneklere baktığımız zaman, Avrupa’da veya Amerika’da sanat eğitimi konusunun eğitimin ve kültür politikalarının öncelikli konularından biri olduğunu görüyoruz. Çok ciddi çalışmalar yürütülüyor. Amerika’da örneğin 2015 yılında Aralık ayında kapsamlı bir eğitim yasası çıktı. Obama’nın imzaladığı, eğitimle ilgili, uzun zamandır üzerinde çalışılan bir yasa gündeme geldi. O yasada sanat konusu, özellikle sanat eğitimi, eğitimin temel bir bileşeni olarak tanımlanıyor ve ciddi bir yer ayrılmış durumda. Bunun nasıl örgütleneceği, nasıl herkese yayılımının sağlanacağı, bütün çocukların bundan eşit şekilde nasıl faydalanacağı yasayla tanımlanmış durumda. Yasalar bunun için var zaten. Bu taahhütleri yerine getirmek üzere bir takım eylem planları yapılır, bütçeler ayrılır. Bu yasa sayesinde Amerika’da sanat eğitiminde ciddi bir bütçe artışı da oldu. Bunu yapmadan ülke geneline ya da toplumun tamamına ulaşma imkânı bulamazsınız. Bu açıdan önemli. Avrupa’da da aynı şekilde sanat eğitimi konusu gündemin hep üst sıralarında yer almış. Biz daha orada değiliz böyle baktığımızda, ama umutluyuz. Umarız oraya doğru gidecek.
Barçın: Karşılaştırmalı bakınca biraz daha durumun vahameti ortaya çıkıyor.
Evet evet.
Barçın: Ben de tam onu soracaktım, cevapladığın iyi oldu.
Bunu bildiğim için oraya doğru bir geçiş yaptım.
Selcan Kaynak: Genel olarak aslında siz hem bu çalışmayı yaparken ve diğer raporlar için de kültür politikaları deneyiminizle ilgili bir soru soracağım. Aslında eğitim alanının da dışında genel olarak yaratıcılık, sanatla meşgul olma, kendini ifade etme ve bunun yollarını arama ve ilgilenme değişik sanat dallarıyla çok da toplumumuzda değer verilen, bütçe ayrılarak, eğitim için veya genel anlamda kültür alanında ya da genel olarak desteklenen bir mesele değil. Buna dair gözlemleriniz nedir? Hem bu raporu hazırlarken hem de diğer çalışmalarınızda da… Neden yaratıcılıkla, serbest ifadeyle ve daha spesifik olarak sanatla ilgilenmekten uzağız?
Ben aslında iyi tarafından bakıp şöyle bir örnek vermek istiyorum. Hep kötü örnekleri konuşuyoruz. Bazen iyi örneklere de ihtiyaç oluyor konuyu desteklemek için. Hiç duydunuz mu bilmiyorum, Barış için Müzik diye bir oluşum var Türkiye’de.
Kaynak: Aa, evet.
Türkiye’nin sivil toplum dünyasında son yıllarda başına gelmiş en iyi şey aslında. Çok kısa anlatacağım vaktinizi almadan, iyi örnek üzerinden cevap vermeye çalışacağım için. Edirnekapı’da kurulmuş bir müzik okulu bu. Mehmet Selim Baki ve Yeliz Yalın Baki önce Edirnekapı’daki ilköğretim okulları içinde bir müzik atölyesi kurarak bu işe başlıyor. Amaçları; bütün çocuklara eşit şekilde, ücretsiz olarak yüksek nitelikli müzik eğitimi vermek. Tamamen kendi imkânlarıyla yapmaya başlıyorlar. Birkaç tane müzik okulunun içinde kurdukları atölyeler zaman içinde gelişiyor, çocukların ilgisi, giderek artan öğrenci sayısı… Yine tamamen kendi imkânlarıyla, Edirnekapı’da bir arsa satın alıyor, sonra üzerine bir bina inşa ediyor ve orayı bu işe adıyorlar. Bir vakıf kuruyorlar, Barış için Müzik Vakfı. Artık 10 seneyi devirdiler sanırım. Yetenek gözetmeksizin, bölgede yaşayan bütün çocuklara―zaten dersliklerden başladıkları için― doğrudan erişim imkânları var. Tabii ki o okullardaki öğretmenlerin, müdürlerin de desteğiyle başlıyor proje. İlgi gördükçe geleni gideni artmaya başlıyor vakfın. Edirnekapı’daki vakıf, mahalle için bir merkez oluyor. Burada Edirnekapı önemli çünkü kozmopolit, kültürel çeşitlilik açısından oldukça canlı bir bölgeden bahsediyoruz. Ciddi bir kültürel mirasa sahip olan Kariye Müzesi’nin hemen yanında bu bina. Göçle gelmiş bir toplumsal çeşitlilikten bahsettiğimiz bir alan burası. Çocuklar kültürel mirasın göbeğindeler; hem fiziki yapı açısından hem de kendi geldikleri kültürel çeşitlilik açısından. O çocuklara müzik eğitimi veriliyor. Temel metot şu; yetenek gözetmeden çocukları davet ediyor ve enstrümanla temasını sağlıyorlar, bütün çocukların bunu yapabileceklerine olan inançla… Niyet virtüöz yetiştirmek değil, çocukların müzikle doğru şekilde temas etmesini sağlamak, doğru metodolojiyle yaklaşıldığı zaman bütün çocukların başarı gösterebileceğini anlatmak. Nitekim geldiğimiz noktada sonuçlar da bize bunu gösteriyor.
Bugün Barış için Müzik’in üç ana orkestrası var. Bir A orkestrası var, onlar uluslararası konserlerde çalıyor. Örneğin Viyana’da, Salzburg Festivali’nde konser verdiler. Bir B orkestrası var; İstanbul’da artık o kadar çok talep oluyor ki Barış için Müzik Orkestrası’na, onlar da belediyelerin, özel sektörün, kültür kurumlarının taleplerine yetişmeye çalışıyor, buradaki konserlere çıkıyor. Ve bir de yeni yetişen, 5 -6 yaşlarında, kendi boyundan büyük enstrümanları taşımaya çalışan çocuklardan oluşan ekip var. Onlar da diğerleriyle beraber sahneye teşvik ediliyor, ki sahne deneyimini yaşasın, özgüvenleri gelişsin ve temas etmiş olsun. Bir enstrüman yapım atölyeleri var. Çocuklar orada kendi enstrümanlarını üretmeye başladı ve ellerindeki enstrümanları tamir ediyor, dil öğreniyorlar. Çünkü Sascha Goetzel, Borusan Filarmoni’nin şefi artık Barış için Müzik’in de sanat yönetmeni ve onlarla birlikte çalışıyor. Dolayısıyla İngilizce öğreniyorlar bir yandan. Zaten sürekli yurtdışına seyahate gidiyorlar. Uzattım biraz ama…
Kaynak: Estağfurullah, çok hoş oldu.
Bütün çocuklar bunu yapabilir, eğer siz teması sağlarsanız özellikle çocukluktan itibaren. Çünkü orada şekilleniyor her şey zaten. O çocuklar Beethoven çalıyorlar, aklınıza gelecek klasik müziğin bütün büyük örneklerini çalabiliyorlar. Çocukların aileleri de artık çocuklar sayesinde bu işin içindeler. Şöyle şeyler duyuyoruz; “Geçen sefer Çaykovski çaldılar, ama çok iyi değildi” işte “Bilmem neyi niye çalmıyorlar?” gibi… Yani çocukların aileleri artık repertuvara müdahale eder vaziyete geldi. Bütün mesele bu aslında… Toplumsal engelleri, sınıfsal önyargıları kaldırdığınız zaman ya da erişim imkânı sağladığınız zaman bir fark yaratmak çok mümkün. Venezüella’dan yola çıkmış El Sistema diye bir model var. Barış için Müzik yola çıktıktan sonra bunu fark ediyor aslında. İKSV, 2011 yılında El Sistema’nın en büyük orkestrasını İstanbul Müzik Festivali’ne davet ediyor: Venezüella Simon Bolivar Gençlik Orkestrası. O zaman El Sistema modelinin kurucusu Jose Abreu da Türkiye’ye geliyor. Biz onları Barış için Müzik ile tanıştırıyoruz ve sonrasında orada başlayan ilişki devam ediyor ve bir dostluk anlaşması imzalanıyor. Barış için Müzik, dünyadaki El Sistema ağının bir parçası artık. Venezüela ve dünyadaki diğer El Sistema üyeleri, Barış için Müzik’in farkında ve diyorlar ki: “Venezüela’dakine en yakın sistem Türkiye’de”. Çünkü buradaki mahalle dayanışma ağı,―çocuklar bir yandan çalarken, bir yandan küçük kardeşini kolluyor, destek oluyor birbirine― neredeyse Güney Amerika’daki modele en yakını. Bu bizim için çok temel bir örnek. İKSV de bir süredir Barış için Müzik’e kurumsal destek veriyor. Onların kurumsal kapasitelerini geliştirmeleri için… Ve çok ciddi bir etki yaratıyor artık Barış için Müzik. Buna benzer projelerin artmasına ihtiyaç var.
Az önce de söylediğim gibi, İstanbul’da, Türkiye’de zaten kültür-sanat üretimi çok gelişkin, çok şey oluyor, alan çok dinamik. Onun için Avrupa’daki bütçeler kısılırken, Avrupa’daki kültür kurumları dönüp buraya bakıyorlar. “Ne oluyor İstanbul’da? Siz bu kadar az kamu fonuyla, bu kadar az destekle nasıl bu işi yapıyorsunuz” diye soruyorlar. Burası artık model olmaya başladı. Bunun doğasını bozmadan, biraz daha kamu desteğiyle başka şeyler de yapmak mümkün. Ama tabii ki sadece İstanbul’dan bahsetmemek lazım. O yüzden, hele ki sanat eğitiminden bahsettiğimizde, eşit erişim imkânı için ülkedeki bütün çocukları hedeflemek lazım. İstanbul’daki kültür kurumları birçok eğitim projesi yapıyor, birçok müzenin çok iyi eğitim programları var. Bunların da hakkını yememiş olalım, söyleyelim. Ama İstanbul’la ve hatta belirli bir çevreyle kısıtlı kalıyor ve üzerinde bir kamu desteği olmadığı sürece de öyle kalmaya mecbur, çünkü fonunuz olmadığı sürece kendi alanınızdan çıkıp daha fazlasını yapma imkânı bulamıyorsunuz. İKSV’nin de birçok eğitim programı var. İşte İstanbul Bienali sürekli eğitim programları geliştiriyor. Festivaller zaman zaman bunu yapıyor ama ister istemez kendi izleyici kitlesiyle sınırlı ve İstanbul’da bile her yere ulaşamıyorsunuz. İstanbul’da “kültür üçgeni” diye tanımladığımız merkezle sınırlı kalıyor. Bunu artırmanın yolu, buraya kamusal olarak güçlü bir destek vermek ve sürdürülebilirliğini sağlamak. O yüzden sanat eğitimi gerekli. Çünkü çocuk yaştan başlayıp hem örgün hem de yaygın eğitime (yetişkinleri de kapsayacak şekilde) yayılacak, farklı aktörlerin sahiplenmesini sağlayarak belli bir zaman diliminde, belki bir pilot projeyle başlayan, ama sonra ülke geneline yayılan bir seferberlik başlatmak gerekiyor konuyla ilgili. Bunun tek yöntemini bu olarak görüyoruz. Yoksa zaten iyi şeyler var. Kültür kurumları yapıyor, ama çapını genişletmek lazım.
Barçın: Aslında sohbet boyunca konuştuk bunları da ben eklemek istediğin bir şey var mı diye soracaktım. Bu konudaki temel, yani bir sürü problem var raporda da alt alta sıralanmış, bir sürü problem ve çözüm önerileri var da, bu temel problemlere çözüm önerileri noktasında eklemek istediğin bir şey var mı konuştuklarımıza dair?
Belki başlıkları bir daha söylersek iyi olur, üstünden geçmekte fayda var. Raporun sonunda, senin de dediğin gibi, kapsamlı bir liste verdik aslında. Şu düzeyde; merkezi hükümetin yapabilecekleri, yerel yönetimlerin geliştirebilecekleri, kültür kurumlarına düşenler, eğitim dünyasının yapabilecekleri, sanatçılara veya kültür-sanat profesyonellerine yönelik öneriler gibi sınıflandırdık ki, herkes payına düşen hakkında düşünmeye başlasın.
Ana başlıklara bakarsak; siyasi ya da sivil bir irade oluşturulabilmesi için planlama ve politika gerekiyor. Buna uygun fon kaynaklarını kapsamlı bir şekilde ayırmak gerekiyor, sonra müfredatı ve uygulamaları gözden geçirmek gerekiyor. Mevcut duruma baktığınızda, eğitim fakültelerinin, özellikle de ilkokuldaki sanat eğitimi öğretmenlerini yetiştiren güzel sanatlar eğitimi bölümlerinin müfredatlarının güncel ihtiyaçlara uygun hale getirilmesi gerektiği görüyoruz. Bu konuda çalışan birçok akademisyen var, ama bu konuların sanat dünyasıyla birlikte ele alınması gerekiyor. Çünkü iki ayrı şeyden bahsediyor gibiyiz. Bu çatışma sonuçta ciddi şeylere sebep oluyor. Çatışma demeyeyim belki ama ayrım, oradaki ayrı çalışma biçimleri… Şöyle mesela, eğitim fakültelerinin güzel sanatlar eğitimi bölümlerinin kendine ait birçok sorunu var. Diğer taraftan güzel sanatlar fakülteleri var ve sanatçı yetiştiren bu fakültelerin de kendine ait birçok gündemi, sorunu, çözüm bekleyen meselesi var. Bu aktörler konuşmadığı ve bir arada çalışmadığı sürece, bunun yansıması güncel sanat dünyasıyla çok temas etmeyen öğretmenlerin, nasıl çözeceğini bilemediği problemler oluyor. Yani ilköğretim düzeyinde―belki kendisi de bir sanat etkinliğine sıkça katılma imkânı bulamayan öğretmen―, öğrencilerine sanatı sevdirmeye çalışıyor. Halbuki oradaki temasla, birlikte geliştirilecek iyi bir müfredatla, öğretmen ―Amerika’daki örneklerde olduğu gibi― bir sanatçıyla birlikte çalışarak geliştirdiği bir içerikle, öğrencide çok daha kolay bir etki yaratılabilir. Buna benzer iyi uygulamaların müfredata adapte edilmesi, her şeyin gözden geçirilmesi gerekiyor.
Müfredatta sadece batı ya da sadece doğuya, yani belli bir eksene sıkıştırılmamış, buradaki zengin kültürel çeşitlilikten faydalanan bir yapı olmalı. Raporda da söyledik bunu: Hem Itrî’yi hem Bach’ı bilen, hem Matrakçı Nasuh’u hem de Picasso’yu bilen bir nesil yetiştirmek mümkün. Bu çerçeveyi koymadığımız sürece, bugün tartışmaları yaşanan kültürel iktidar konusu gibi, hep batıya bakmakla eleştirilen sanat dünyasının kısıtları gibi şeylerle karşılaşıyoruz. Bunu aşmanın yöntemi, içinde bulunduğumuz topraklardaki zengin kültürel çeşitlilikten, kültürel mirastan faydalanıp buna uygun, güncel üretimi de yansıtan bir müfredat geliştirmek ve bunu toplumun tamamına yaymak. İlkokuldan başlayarak, bütün eğitim hayatı boyunca insanların sanat eğitimine temas etmesini sağlamak hiç zor değil. Dünya kültürüne Türkiye’den ne katabiliyoruz bugün? Hep etrafında döndüğümüz soru bu. Kültür-sanat dünyasının da, kültür kurumlarının da kendisine sorması gereken soru bu. Bu gözle müfredatın geliştirilmesine ihtiyaç var. Kesin bir şekilde sanat eğitmenlerine yönelik destek ihtiyacı var . Eğitim fakültelerinin sanat eğitimi bölümlerinin mutlaka ele alınması gerekiyor. Uluslararası programlara müzik ve resim öğretmenlerinin katılarak kendilerini geliştirmelerine imkân sağlamak gerekiyor. Eğitim fakültelerinin imkânları çok kısıtlı. Diğer taraftan, sanat dünyasının da bu alana biraz daha ilgi göstermeye başlaması gerekiyor. Ana alanları böyle sınırlayabiliriz. Bu başlıklar altındaki bütün önerileri merak edenler rapora bakabilir. Onların tekrar üstünden geçmeyeyim.
Barçın: Rapor internette vardı.
Evet.
Barçın: Başka bir yerden ulaşabiliyorlar mı?
Raporun PDF’sine web sitemizden ulaşılabilir, ama basılı versiyonunu okumak istiyorlarsa bizden edinebilirler. Bir de şunu söyleyeyim: Bu raporun hazırlık sürecinde birçok insanla önerilerimizi tartıştık. Bunu her seferinde böyle yapıyoruz, yani rapor ve önerileri araştırma metni ortaya çıktıktan sonra test etmek için birçok insanla görüşüyoruz. Doğru şeyi mi söylüyoruz, bunun uygulanabilirliği var mı diye görüşmeler yapıyoruz. Bu rapor için de onu yaptık ve birçok insanla görüştük. Mesela Dicle Üniversitesi’nden Doçent Doktor Ali Osman Alakuş eğitim fakültelerinin bütün gerçekliğiyle, bütün sorunlarıyla bize katkıda bulundu bu raporda. Eğitim Reformu Girişimi’nden Batuhan Aydagül, eğitim dünyasının sorunlarını ve ona dair çözüm önerilerini bilen bir uzman olarak baktı. Güzel sanatlar ekseni için Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden Nilüfer Ergin Doğruer bize destek oldu. Güzel sanatlar fakültelerinden yetişen, sanatçı adayı gençlerin ihtiyaçları, sanat eğitimine nasıl yönelebilecekleri, formasyon almaları durumunda onlardan nasıl bir istihdam yaratılabileceğine dair birçok öneride bulundu. Yine Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nden Profesör Doktor Halil Ekşi bize çok katkıda bulundu. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nde o dönemde çalışan bir eğitimci Uğur Kalafat politika önerilerimizi değerlendirdi. Burada özellikle İl Milli Eğitim Müdürlüklerinin rolü çok önemli. Artık yerel yönetimlere çok iş düşüyor. Yerel yönetimler dediğimizde sadece belediyeleri kastetmiyoruz. İl Milli Eğitim Müdürlükleri, İl Kültür ve Turizm Müdürlükleri ve belediyeler arasında, sanat dünyasını da içine alarak bir koordinasyon sağlamak mümkün. Buradaki önerileri onlarla test ettik. Sanat tarihçi Mine Küçük ve akademisyen Prof. Dr. Fikret Toksöz’ün de katkıları önemliydi çünkü bütün bu öneriler onların uzmanlıklarıyla şekillendi. Oturduğumuz yerden, masa başından yapmadık.
Bir küçük not daha: Bu rapordan sonra, bu süre zarfında neler oldu? Şöyle bir şey oldu: Yapı Kredi Yayınları’nın Sanat Dünyamız dergisi bizden sanat eğitimi konusunda bir özel dosya yapmamızı istedi. Zülal Fazlıoğlu Akın ―raporu birlikte yazdığım arkadaşım― ve derginin editörü Mine Haydaroğlu’yla bir özel dosya hazırladık. Özel bir sayı hazırladık aslında, dosya değil. Derginin neredeyse tamamı bu konu üzerine. Burada raporda yer veremediğimiz, konu üzerine çalışan hem eğitim hem de sanat dünyasından birçok uzman yazılarıyla katkıda bulundu. Tam olarak istediğimiz şeydi bu aslında, konuyu gündeme getirip sonra farklı taraflardan tartışılmasını sağlamak. “Sanat Eğitimi Yeniden” başlıklı bir sayı yaptık. Böylece biraz daha açmış olduk konuyu. Bu alandaki en önemli yayınlardan biri olan Sanat Dünyamız dergisinin böyle bir konuya yer vermesi bize hem umut verdi hem de konuyu açmamızı sağladı. Bunu da özellikle söylemek istedim. Buna benzer şeylere, birlikte tartışılmasına çok ihtiyaç var.
Barçın: Hocam sizin de soracağınız bir soru yoksa ben son bir soru sorup kapatmayı düşünüyorum. Bu rapor Aralık 2014’te yayımlandı ve şu an Ocak 2016’dayız. Geçen bu sürede ne değişti ve rapor hem sivil toplum düzeyinde, bu anlattıklarınız dışında tabii, hem bakanlıklar düzeyinde nasıl bir etki yarattı? Böyle kısaca bir toparlama isteyeceğim.
Aslında çok kısa cevap verebilirim. Gündeme geldi mi? Bizim amacımız konunun gündeme gelmesini sağlamaktı her şeyden öte. Çünkü işin uzmanları zaten üzerinde çalışıyor, onlara biraz daha tartışma malzemesi üretmek gibi mütevazı bir hedefi vardı raporun. Yoksa ilk defa sanat eğitimi konusunda konuşmuyoruz. Ama bu kadar farklı açılardan ve bir kültür politikası konusu olarak ilk defa bakıyoruz. Bu açıdan baktığımızda gündeme geldi mi? Evet, geldi. Nereden görüyoruz? Rapora olan ilgiden görüyoruz aslında. Biz web sitemizden paylaştık, sonra da ilgili olduğunu düşündüğümüz birçok insana ilettik raporu. Hep çok iyi geri bildirimler aldık, ama tabii kültür politikaları alanında bugünden yarına bir çözüm almak çok kolay değil. Zaten burada öneri olarak koyduğumuz şeyler de çok uzun vadeli öneriler. O anlamda daha gidecek çok yolu var. Bu raporu yaptıktan hemen sonra etkisini ölçmemiz zaten mümkün değil.
Daha kısa vadeli etkilerden bahsedersek… Gündeme geldi, evet. Nasıl görüyoruz? Az önce bahsettiğim dergi sanat dünyasının ilgisi açısından önemliydi. Seçim bildirgelerinden bahsetmiştim konuşmanın başında. İlk hazırladığımız öneri metninde “seçim bildirgelerinde kültür politikaları şöyle olmalı” diye yazdığımızda sanat eğitimine zaten yer vermiştik. Bu konudaki rapordan bahsetmiştik. Bildirgeler yayımlandıktan sonra inceleme yaptığımızda, sanat eğitimi konusunun bir madde olarak birçok bildirgede yer aldığını gördük. Bu mesela ilk defa olan bir şey. Ama kültür politikaları da ilk defa bu kadar geniş kapsamlı şekilde bildirgelerde yer aldı, bu açıdan da bir gelişme var. Tabii böyle küçük örneklere o kadar çok ihtiyacımız var ki… Öyle büyük çaplı dönüşümler çok kolay yaşanmıyor. Onun için ben bunların altını çizmek istiyorum. Çünkü zorlu bir dönemden geçiyoruz, bunlar devede kulak gibi görülebilir, ama ilk defa yapılıyor olması ve gündeme geliyor olması da olumlu bir gelişme gibi düşünülebilir.
Raporun yayımlandığı dönemde iki önemli gelişme daha olmuştu. Raporda bahsediyoruz, ama altını çizelim: O dönemde bir eylem planı açıklanmıştı Kalkınma Bakanlığı tarafından ve o eylem planının içinde sanat eğitimi konusunda birçok madde vardı. Okullarda müzik eğitimi için atölyelerin kurulması, öğrencilere enstrüman sağlanması, müfredatın gözden geçirilmesi gibi, kamuya yönelik verdiğimiz önerilerin birçoğu o eylem planında vardı. Buna benzer somut politika önerilerinin geliştirilmesi için bunların takipçisi olmaya devam edeceğiz. Her bakanlık görüşmesinde, her kültür politikası tartışmasında sanat eğitimini konusunu gündeme getirmeye ve onların bu konuda eylemde bulunması için çaba sarf etmeye devam edeceğiz. Bu tip şeyler oluyor ama büyük gündem içinde gözden kaçabiliyor.
Bir önemli gelişme de şöyleydi: Milli Eğitim Bakanlığı, yine raporun yayınlandığı dönemde, sanat ve spor dallarıyla uğraşan öğrencilere ek puan sağlanmasına yönelik bir uygulama üzerinde çalıştıklarına dair bir açıklama yapmıştı. Bayağı da gündeme gelmişti o dönem, eğitimciler yazdılar da bunu. Bu da önemli bir gelişme olabilir önümüzdeki dönemde, eğer tekrar üstüne tartışılırsa. Mesela Barış İçin Müzik bunun için çok iyi bir örnek. Barış için Müzik’te müzik eğitimi alan öğrencilerin eğitim hayatlarında da çok ciddi dönüşümler sağlanıyor. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü o dönemde Barış için Müzik’i ziyaret etme imkânı bulmuştu. Çocukların hem sorunlarını dinledi, hem de onların gelişimlerini bizzat yerinde gördü. Kendine güven, kendini ifade etme becerisi ve birçok başka beceriyi de geliştiriyor yanında. O çok somut bir örnek. Ama genel olarak zaten biliyoruz ki, sanat eğitimi böyle bir şey, sanatla temas böyle bir şey. Bunu artırdığınız zaman eğitim başarısı da artıyor. Dolayısıyla buna benzer eğitim politikasındaki önerilerini de takip etmeye devam edeceğiz. Eğitim dünyasının kendi sorunlarına rağmen böyle gelişmeler olmadı değil. Oluyor, ama uygulamaya geçmesini beklemek için biraz zamana ihtiyaç var.
Barçın: Eklemek ya da söylemek istediğiniz bir şey yoksa teşekkür ediyoruz.
Biz teşekkür ediyoruz. Sağ olun, gündeme gelmesine aracı oldunuz. Benim için de çok keyifli oldu. Ayağınıza sağlık, iyi ki geldiniz.