Şubat 2016’da, İKSV Kültür Politikaları Çalışmaları Departmanı tarafından hazırlanan Yerel Yönetimler için Kültürel Planlama raporunu İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Eda Yücesoy ve İKSV Kültür Politikaları Çalışmaları direktörü Özlem Ece’yle konuştuk.
Bu sohbette, kültürel planlamanın unsurlarını, önemini ve yerel yönetimler boyutunda kültürel planlamanın ne ifade ettiğini; kültürel planlama anlamında başarılı ve başarısız örnekleri ve geniş anlamda kültür kavramına dair tartışmaları bulacaksınız.
Özlem Ece ve Eda Yücesoy ile sohbet ederken kültürel planlamaya bakışta bütüncül yaklaşmanın ne kadar önemli olduğunu, içi boş konferans salonları yapmaktansa kapsayıcı ve planlı bir kültür politikası izlemenin gerekliliğini gördük. Ümitvar gelişmelere rağmen dünyadan da örnekler ışığında Türkiye’de bu alanda gideceğimiz yolun hâlâ oldukça fazla olduğunu düşündük. Biz bu sohbetten çok keyif aldık, sizin de seveceğinizi umuyoruz.
Dört Yüz Beş
29 Mart 2016
Sohbet Tarihi: 24 Mart 2016
Künye
Röportaj: Buğra Barçın
Ses: Buğra Barçın, Çağrı Mutaf
Deşifre: Naz Vardar, Buğra Barçın, Burak Demiryakan
Fotoğraflar: Alperen Ergin
Sohbeti aşağıdaki kutudan dinleyebilirsiniz
(oynatma tuşuna basın).
Yerel Yönetimler İçin Kültürel Planlama raporu için tıklayın..
Merhaba. Bugün 405’te yine İKSV’deyiz. Bugün de başka bir rapor hakkında konuşacağız. Yanımda da Kültür Politikaları Çalışmaları Direktörü Özlem Ece ve İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi Eda Yücesoy var. Bu Şubat ayında çıkan Yerel Yönetimler İçin Kültürel Planlama Raporu üzerine konuşacağız bugün. Ama ben önce biraz kendinizden ve bu raporla olan ilişkinizden bahsetmenizi isteyeceğim çok kısa. Daha sonra rapor üzerinde konuşmaya devam edeceğiz.
Özlem Ece: Hoş geldiniz tekrar. 405 ekibini yine İKSV’de ağırlamaktan mutluyuz. Bu raporu birlikte çalıştığımız küçük bir ekip olarak hazırladık. Bize destek veren sevgili Eda Ünlü Yücesoy’un dışında şu anda Belçika’da Free University’de doktora araştırmacısı olan Gökçe Sanul var. İKSV’nin Kültür Politikaları Çalışmaları departmanında araştırma uzmanı olarak çalışan Ceren Yartan var bu ekipte ve ben varım. Böyle küçük bir ekip olarak bu araştırmayı yaptık. Belki Eda biraz kendinden bahsetmek ister, üniversitedeki pozisyonundan.
Eda Yücesoy: Evet kısaca bahsedeyim. Ben İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde öğretim üyesiyim. Aynı zamanda da Şehir Araştırmaları Merkezinde araştırmacı olarak çalışıyorum. Şehir plancısıyım, sonradan doktorada sosyal coğrafya ve ekonomik coğrafya çalışmalarıyla birlikte daha Sosyolojiye yaklaştım diyebilirim. Planlamadan da aslında tam kopmadım. Bu projede olduğu gibi kültürel planlama, daha geniş anlamıyla şehir planlamayla hâlâ ilgiliyim. Free University’de doktora öğrencisi olan Gökçe Sanul, geçen sene bir yıl boyunca bizim merkezde çalıştı ziyaretçi araştırmacı olarak. O sırada beraber konuşurken Türkiye’deki özellikle İstanbul’daki kültürel planlama konusuna nasıl yaklaşabiliriz, nasıl bazı araçlar geliştirilebilir, diye konuşuyorduk. Gökçe İKSV’ye geldi, görüştü derken böyle güzel bir proje ve yayına doğru evrilen bir süreç oldu. O yüzden ben de aslında çok memnunum bu süreçte. Ben bu süreci daha çok “takip ettim” denebilir. Gerçek çalışanlar Özlem, Gökçe ve Ceren’dir.
Ece: Hep birlikte, ortak aklın ürünü olan bir raporla daha karşınızdayız diyelim.
Başlangıç noktası akademiden buraya gelen bir şey mi oldu?
Ece: Etkileşim oldu diyelim. Biz yerel yönetimler üzerine…
Çalışmak istiyordunuz zaten.
Ece: Çalışmaya karar vermiştik zaten. Bizim her sene üzerine kafa yormaya karar verdiğimiz bir konu oluyor. Daha önce de anlatmıştım aslında. Kültür politikaları alanını ilgilendiren, çözüm önerebileceğimiz, politika geliştirebileceğimiz bir konu etrafında çalışmaya başlıyoruz. Belli önceliklerimiz var. Yerel yönetimlere odaklanmaya karar vermiştik zaten ve yerel yönetimlere stratejik planlama konusunda rehber hazırlama fikrimiz bakiydi. Metodoloji üzerine düşünürken, “Konuya neresinden yaklaşalım? Bir saha araştırması da planlayalım mı, yoksa teorik düzeyde mi kalalım?” diye düşünürken, doktora tezi için çalışan Gökçe Sanul’la bu konu üzerinde konuşmaya başladık. Doktora tezi kapsamında zaten İstanbul’dan birçok belediyeyle görüşmeler yapacaktı o dönemde. Biz de dedik ki; “Bu görüşmelerin içine biz de entegre olalım, İKSV’nin hazırlamak istediği rapora veri oluşturabilecek birkaç soru ekleyerek, bu belediyelerden de konuyla ilgili görüş ve fikir alalım. Bir yandan da bu belediyelerin stratejik planlarını incelemeye devam edelim ne yapmışlar diye”. Aslında birlikte konuşarak, düşünerek, eğrilterek metodolojisini ortaya çıkardık.
Peki, yani, bu çalışmanın şu zamana denk gelmesinin özel bir önemi falan var mı? Hani siz zaten kafanızda böyle bir şey düşünüyormuşsunuz, ama “şu an” bunu çalışmalıyız, diye bir düşünceniz var mıydı?
Ece: Raporun yayın tarihi Şubat 2016 ama bu çalışmalara başlamamız bir seneyi geçiyor aslında. Başlangıç tarihi daha eski. Yayın tarihi bu döneme denk geldi. Yerel yönetimler konusunun Türkiye için gittikçe önem kazanan bir konu olduğunu zaten biliyorduk. Biz kültür politikaları çalışmalarına başladığımız günden bu yana kültür politikalarında yerelleşmenin önemini hep vurguladık. Belediyelere düşen rolü hep vurguladık. Ama içinde bulunduğumuz dönemde bu raporun çıkmış olması tabii ki ayrı bir önem taşıyor. Belediyeler gittikçe daha fazla önem veriyorlar çünkü bu konuya. Biraz daha algıları açık diyelim konuyla ilgili. Ama raporun hazırlık süreci yani bizim bu konuya karar verme sürecimiz daha eskiye dayanıyor.
İçeriğine geçmeden önce şeyi konuşmak istiyorum aslında. Çalışmanın metodu üzerine biraz konuşalım istiyorum. Raporun içinde farklı şehirleri örnek gösterdiğiniz dünya şehirleri var, onun dışında Türkiye’de başka belediyelerin, İstanbul’da başka belediyelerin çalışmaları üzerine verileriniz var. Nasıl çalıştınız bu olguyu?
Ece: Şöyle bir metodoloji benimsedik: İstanbul’dan, öncelikle “kültür üçgeni” olarak tabir ettiğimiz bölgeden, ilçe belediyelerini ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni odağımıza aldık. Bu belediyelerin mevcut stratejik planlarını inceledik ve stratejik planlarda kültüre nasıl yer verdiklerine baktık ana hatlarıyla. Sonra onları birtakım başlıklara ayırdık; kültürel çeşitlilik, kültürel miras gibi, kültür politikaları için temel kabul ettiğimiz konulara nasıl yaklaşmışlar diye baktık. Bir böyle stratejik plan incelemesi boyutu var. Bunu yaparken bir yandan da bir literatür araştırması yaptık. Dünyada stratejik planlama ve kültürel planlama konusunda yapılmış çalışmalara göz attık, iyi örnekleri inceledik. Dünyadaki belediyelerin bu konuda yaptıkları çalışmaları, stratejik planlarını inceledik. Diğer taraftan, İstanbul’un da içinde olduğu “World Cities Culture Forum” ağına göz attık. Bu şöyle bir ağ; kültür politikaları alanında aktif olarak çalışan şehirlerin bir araya geldikleri, kültür politikaları üzerine yılda bir kez buluşup çalışmalar, çalıştaylar yaptıkları ve her sene bir rapor yayımladıkları bir oluşum. Türkiye’den de İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü bu ağın içinde İstanbul’u temsil ediyor. İstanbul’da anlatmak istediğimiz konuya örnek teşkil edebilecek yurtdışından belediyeler belirledik. Aslında bu ağdan belirli belediyeleri seçtik. Bunu nasıl seçtiğimizi sonra belki konuşuruz ana hatlarıyla aslında…
Onu sorayım aslında. Soracaktım çünkü.
Ece: Tabii sor.
Hangi kriterleri gözettiniz orada? “Örnek teşkil edebilecek” derken, neye baktınız?
Ece: Bir kere coğrafi olarak çeşitlilik olmasına baktık. Çünkü kültür politikaları her bölgede farklı şekillerde gelişmiş. Yani ülkenin siyasi modelinden farksız değil kültür politikaları yapılanması da. Dolayısıyla Asya, Avrupa, Amerika kıtaları arasında da farklı kültür politikası yönelimleri, uygulamaları, pratikleri var. Dolayısıyla coğrafi açıdan bir çeşitlilik sağlayabilecek gibi hakikaten farklı kıtalardan, farklı ölçeklerdeki kentleri seçtik. Niyetimiz İstanbul’u ya da buradaki ilçe belediyelerini muadilleriyle karşılaştırmak değil, İstanbul’un kendi yöntemlerini bulabilmesi için tamamen farklı seçenekleri ve iyi uygulamaları onlara göstermek. Yani Viyana ile New York arasında, Seul ile Tokyo arasında bambaşka şeyler var. Prensipte ortaklaşan yönler var ama uygulamada farklılaşan, ihtiyaçlara göre çeşitlenen konular var. Bunu göstermek istedik aslında. Örneğin Viyana… Viyana belediyesine sorduğumuzda, şehirdeki kültür kurumlarına ve etkinliklere destek verecek bir planlama stratejisi benimsediğini söylüyor. Amsterdam ise bambaşka bir yöntem uyguluyor. Bu farklılıkları göstermek istedik. Çünkü raporda vurgulamaya çalıştığımız temel konulardan biri bu. Her şehrin kendi kimliğinden, kendi özgün ihtiyaçlarından ortaya çıkarak oluşturabileceği bir plan vardır. Bunu bulmak gerekiyor.
Yücesoy: Belki burada şeyi söylemek lazım. Böyle didaktik bir şekilde, hani 50’lerin, 60’ların planlama anlayışı gibi işte “Bunları, şunları yapacaksınız. Bunlar, bunlar olmazsa olmaz. Şunlar da olunca harika bir plana kavuşursunuz,” gibi bir reçeteyle yola çıkmak yerine aslında kültürün yerel özelliklerini öne çıkaran farklı kültürel politika pratiklerini ve aslında bağlamların ne kadar önemli olduğunu biraz vurgulamak istedik. Ama sonuçta da nasıl çalışabileceğini de göstermeye çalıştık. Bunda tek bir doğru yok. Açıkçası yüz tane de doğru yok. Ama belli işte, aynen Özlem’in dediği gibi, yani şehirlerin, ülkenin ulusal kültürünün de birazcık politika yapım süreçlerine eklemlenen böyle bir politika yaratma ve pratiği düzenleme regülasyonları var. Birazcık o çeşitliliğe yer vermek istedik.
Yerel yönetimler diyoruz ama İstanbul Büyükşehir Belediyesi de yerel yönetim. 14 milyonluk bir şehrin yerel yönetimi. Ama işte küçük, diyelim ki Burdur Belediyesi de, 90 bin kişilik bir belediye. Öyle olunca aslında her şehrin kendi yapısına, nüfusuna, ekonomisine, sosyal, kültürel gereksinimlerine uygun olarak bunu harekete geçirmesi gerekiyor. Bazı şehirler örneğin Çanakkale, çok örgütlü, çok böyle birden bire pek çok şeye mobilize edebiliyorlar. Ama bazı şehirler bunda zorlanabiliyorlar büyükşehir olmasına rağmen. Çok, diyelim ki 3-4 milyonluk nüfus olmasına rağmen bir türlü mobilize edemiyorlar. Hani bunlara göre belediyeler ellerinde bu tür bir rehber olsun. Bundan farklı şeyleri hem kendileri araştırsınlar, kendilerini eğitsinler bu süreçte hem de bu farklı örneklerin neler olabileceklerini görsünler istedik. Zaten aslında belediyeler bu örnekleri de çeşitli katıldıkları seminerlerde, toplantılarda görüyorlar. Özlem’in bahsettiği bu Dünya Şehirleri Kültür Forumuna pek çok İstanbul’dan, Türkiye’den katılan şehirler oluyor. Avrupa Birliği’nin keza bir sürü programı oluyor, ona katılıyorlar. Aslında bireysel olarak öğreniyorlar. Bunu bir deneyim sürecinden geçiriyorlar. Biz biraz daha onu buraya yakınlaştırdık diyelim. Rehber niteliğinde yakınlaştırıp onlara biraz daha böyle ellerinin altında hemen bakabilecekleri, bazı şeyleri hani… Bir de tabii bu tür şeylerde dil çok önemli. Hani diyoruz tamam Avrupa Birliği var, Dünya Şehirleri Kültür Forumu var, ama her zaman dil de bir engel bir yandan. Biz biraz da onu kolaylaştıralım istedik.
Ece: Evet. Bu alandaki terminolojiye giriş niteliği taşıyacak küçük bir bölüm de var raporda.
Onu gördüm. Ben tekrar raporun en başına dönüp oradan bir şey soracağım ve oradan devam etmek isteyeceğim. Çünkü oradaki tanımı yapmamız aslında raporun mantığına dair bir şeyler anlatıyor gibi geldi bana okurken. Kültür tanımını biraz daha geniş tutuyorsunuz bu raporda. Biraz ondan bahsetmenizi isteyeceğim.
Ece: Evet biz en genel anlamıyla UNESCO’nun kültür tanımını kullandık. Bizim tarifimizin ötesinde, uluslararası düzeyde kabul edilmiş bir tanım olduğu için. Tekrar etmek gerekirse, en geniş anlamıyla kültür, bir toplum ya da toplumsal grubu oluşturan, tanımlayan bütün maddi, manevi, zihinsel, duygusal özelliklerin birleşiminden oluşan bir bütün olarak kabul ediliyor UNESCO’nun tanımında. Dolayısıyla sadece sanat ve edebiyatı değil, aynı zamanda yaşam biçimlerini, insanın temel haklarını, değer yargılarını, gelenekleri, inançları da kapsayan bir olgu olarak tanımlanıyor. Biz de bunu daha bütüncül bir yaklaşım olarak benimseyip, buradan hareket ettik. Raporda hep söylüyoruz, raporun iletişiminde de bunu çok sık söyledik; sanat etkinliklerinin planlanmasından bahsetmiyoruz. Daha yukarıda, bundan daha önce gelen bir kültürel planlama biçiminden bahsediyoruz. Bu yüzden de kültür tanımını böyle geniş tuttuk. Çünkü kültür, kentin kimliğini oluşturan şeylerin bir bütünüdür. Bir topluluk içinde yaşayan vatandaşların her birinin kente kattıkları her şey, aslında kültürün bir parçasıdır.
Orada ben de şu kısmını baya önemsemiştim: Kültürel planlama ve sanat etkinliklerinin planlaması diye böyle iki ayrı başlık açılmıştı. Orada böyle daha somuta indiğimizde bu ne demek? Kültürel planlama dediğimiz şey ne, sanat etkinliklerinin planlaması dediğimiz şey ne? Bunların farkları ne?
Yücesoy: Aslında şöyle. Sanat etkinliklerinin planlaması biraz daha program yapma yönünde ve hani sanat faaliyetleri geliştirip onların mekândaki dağılımını örgütleme veya onu organize etme. Nasıl, hangi aralıklarla, ne kadar veya hangi gruplara ulaşabileceğini hesaplama gibi hani bir organizasyona dair, hafif işletme modeli gibi bir şey aslında bana kalırsa. Ama kültürel planlama biraz daha geniş. O şehirde yaşayan herkesin şehirdeki farklı veya var olduğu, içinde yer aldığı, yer almak istediği farklı kültürel hayata katılma, yani onu deneyimleme ve farkında olma pratiği gibi geliyor bana. İkisi böyle… Bir tanesi hafif bir organizasyon, işletme modeli gibi, var olan şeyi alıyorsunuz, elinizdeki var olan birimle onu siz bir tür listeliyorsunuz, haftalıyorsunuz. Hani şu mekânlarda şu olabilir diye bunu insanlara sunuyorsunuz. Ama öbürü var olan ve potansiyel, ileride olabilecek, sizin ulaşmak istediğiniz hedefleri de içine alarak, vizyonunuzu da belki gerçekleştirebileceğiniz geniş bir kültür veya davranış, pratikler, somut olan olmayan, “bütün” bir şeyi düşünmeye çalışıyorsunuz. Tabii bu biraz da zor bir şey, zorlayıcı bir anlayış.
Hayatın her alanına dokunan bir plan.
Yücesoy: Evet gündelik hayatın neredeyse hepsini kapsayan bir şey.
Ece: Bu yüzden de diyoruz ki; kültürel planlama sürece sonradan dahil edilmemeli. Belediyeler ya da yerel yönetimler planlama yaparken kültürü bu işin en başından itibaren temel bir bileşen olarak kabul etmeli. Çünkü bu artık kabul edilen bir gerçek ki; kültür kalkınmanın en temel bileşenlerinden biri. Sosyal, çevresel, ekonomik boyutlarla beraber kültürel boyutlar da stratejilerin geliştirilmesinde başrol oynamalı. Dolayısıyla yerel yönetimler bunu göz önünde tutarak, bütün işler bittikten sonra kültüre bakmamalı. En başından itibaren, kenti planlarken kentte yaşayan insanların ihtiyaçlarını, kentteki somut olan ve olmayan kültürel mirası, gelenekleri ve kültüre dair her şeyi hesaba katarak, ihtiyaçlar ve eldeki imkânlar doğrultusunda bir strateji ve plan geliştirmeli.
Anladım. Peki, iyi bir kültürel planlama nasıl olur? Katılımcı olmalı, bütünleşik bir planlama olmalı, veri odaklı olmalı ve paydaşlar arasındaki iletişim açık olmalı gibi kriterler var. Bu kavramlar bize ne anlatıyor? Katılımcı derken ne demek istiyoruz, bütünleşik derken ne demek istiyoruz? Veri odaklı derken ne demek istiyoruz?
Yücesoy: Yani aslında hani katılım kısmı zor bir konu. Önce oradan başlamayayım. İlk başka söylediğiniz neydi?
Katılımcı var, bütünleşik var, veri odaklı var, paydaşlar arası iletişim var.
Yücesoy: Evet, çok paydaşlı. Yani kültürel planlamada tabii hani biz kültürün temel bir rolü varsa ki zaten kültürel planlama özellikle bu şehirler sanayisizleşip daha böyle hizmetler üzerinden gelişmeye başlayınca daha da öne çıkan bir şey oluyor. Yani herkesin faydalanabileceği, açık, zaten bütünleşik dediğimiz, daha kapsayıcı. Hani böyle bir yüksek kültür, alt kültür ayrımı olmadan, belki de şeffafça, herkese açık olabilecek bir anlayıştan bahsediyoruz aslında. Tabii şimdi bunlar çok yüksek idealler ve hani bir yanda bunların pratiğe geçirilmesi zor. Ama öte yandan da bunları biz öne aldığımız zaman bu tür argümanları, bunların nasıl olabileceğine dair araçlar belki belirlenebilir. Yani, nasıl bir bütünleşik plana sahip olabilirsiniz ya da çok paydaşlı? Katılımı nasıl artırabiliriz? Çünkü zor bir şey katılım.
Bu arada planlamadaki son dönemler, son 20 yıldaki en belki zorlayıcı terim de bu katılım. Çünkü bir yandan biz bunu hep söylüyoruz, katılım, katılım, katılım. Ama bu hem çok parçacı bir şey olabiliyor. Bir de bir yandan da seçkinci bir anlayışa doğru da götürebiliyor katılım. Çünkü o zaman katılımcıları nasıl organize edeceksiniz? Nasıl onlar birbirleriyle iletişim kuracaklar? Yani herkesin böyle kendini rahatça ifade edebildiği bir katılım ortamı da yaratmanız lazım ki katılımı gerçekten ideal ortamında yapabilelim. Yoksa tipik planlama şeylerinde belli gruplar katılır, belli gruplar katılmaz. Zaten katılanlar üzerinden de kararlar oy birliğiyle alınır ve “Katılımı da sağladık, çok da güzel oldu, harika bir şey yaptık” diye söylenir. Katılımda mesela belki farklı erişme araçlarının denenmesi, belki alternatif, teknolojik alternatiflerin kullanılması gibi modelleri düşünmeye başlamak lazım. Yani geleneksel şeylerin dışında.
Ece: Bütünleşik de -aslında az önceki soruna verdiğim cevapta olduğu gibi- en temel ve basit anlatımıyla; kültürle ilgili insanların masanın etrafında planlama konuşulurken en baştan itibaren olmasıdır aslına bakarsanız. Örneğin bir ilçede -İstanbul’u konuşuyorsak-, yapılacak olan bir kültür merkezi sadece bir kültür merkezi inşaatı değildir. O kültür merkezi ilçede ciddi bir dönüşüm yaratma potansiyeline sahiptir. Eğer doğru planlanırsa, en baştan itibaren belediyenin ilgili bütün birimleri bunu birlikte düşünür, tartışır. Eğer ulaşımla veya kültür merkezinin oraya inşasıyla yaşanacak sosyal dönüşümle beraber, her şeyi hesaba katarak o planlamayı ya da o kültür merkezinin inşaatını düşünürlerse bambaşka bir şey olur. Ama “şu kadar bir bütçemiz kaldı, hadi buraya da bir kültür merkezi yapalım” diye inşaata girişip, ondan sonra “İçine ne koyacağız bu kültür merkezinin?” diye bakılırsa çok geç kalınmış bir süreç olur. Genelde bizde kültürel planlama kavramı çok gelişmediği için böyle işliyor gibi bir izlenimimiz var.
Yücesoy: Aslında bu ilk baştaki şeye de belki benziyor. Bu kültür merkezi iyi bir örnekti. Biraz önce bahsettiğimiz sanat etkinlikleri planlamasıyla kültürel planlama arasında… Şimdi mesela A belediyesi bir kültür merkezi yapmak istiyor. Ama gerçekten çok iyi ve güzel isteklerle ortaya çıkıyorlar ve ihtiyaçlarını belirlemiş oluyorlar. Sandalye sayısı, salon sayısı, salon ihtiyaçları falan oluyor. Fakat bunun mesela ne mimarisinde ne çevresindeki diğer aktivitelerle olan bütünleşmesinde ne de ulaşımında hiç kimsenin söz hakkı olmuyor. Tabii ben illa da herkes bunda bir şeyler söylesin, diye söylemiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Ama bunlar, bu tür süreçler biraz daha açık olabilirse yani bir kişinin, iki kişinin o anda aklına gelmiş de sabah hemen yapalım diye giriştiği bir şey yerine biraz daha düşünülüp… Belki şehirde, o ilçede yer bulamayan bazı grupların özel ihtiyaçlarına da yer verilebilir. Diyelim ki bir ilçede çocuk sayısı çok fazladır ona göre belli bir ihtiyaç doğuyor olabilir ya da mobilite, ulaşım olanakları çok zayıftır ona göre başka bir entegrasyon düşünülebilir. Yani bunları böyle proje bittikten sonra “eyvah biz şimdi bunu nasıl İstanbul’un ana şeyine bağlayacağız” diye düşünmektense en baştan salon büyüklükleri, belki o salonun ihtiyaçları, ışık, ses, görüntü vesaire hepsi birlikte çeşitli aktörlerle konuşulursa bunlar böyle biraz daha herkesin de faydalanabileceği bir şey olur. Çünkü öbür türlü çok güzel binalar yapılıyor. Süper, hemen kültür merkezleri, harika… Üç çeşit aktivite yapılabiliyor orada. Olmuyor yani. Salonun teknik anlamda yetersizlikleri oluyor ve siz mahkum oluyorsunuz başka bir yere gitmeye ya da orayı kapatıyorsunuz bir süre sonra. Diyorsunuz ki “Bizim salonumuz sadece bu aktiviteler içindir”. Bir kısım gerçekten tüm yaşayanların faydalanabileceği veya yeni pratiklerin, kültürel pratiklerin yaşayabileceği bazı insiyatiflerde kesiliyor. Çünkü yapamıyorlar. Yani bu hani biraz böyle, bu olasılıkları genişletmek, belki hani esnekliği sağlamak anlamında da önemli.
Ece: Çünkü kültürün sonuçta dönüştürücü bir gücü var. Yerel yönetimler açısından bence anlaşılması gereken en temel konulardan biri bu. Başta sorduğun gibi yani. Sanat etkinlikleri planlamasıyla kültürel planlamanın farkı… Ciddi bir kültürel planlama sürecinde kültür sanat aracılığıyla -hadi sanatı da katalım- temas edebildikleri, dokunabildikleri vatandaşların, toplumun hayatında ciddi sosyal dönüşümler sağlayabilirler. Özellikle sanat bunun en temel araçlarından biri. Bunun farkına varılması gerekiyor. Bu yüzden stratejik bir planlama yapılması gerekiyor en başından itibaren.
Uluslararası örneklere baktığımızda birçok iyi örnek görüyoruz. Raporda bahsettiğimiz örneklerin dışında da çok iyi örnekler var. Mesela şimdi aklıma Rio geliyor. Rio’da uyuşturucu ticaretinin çok yoğun olduğu bir favela/gecekondu bölgesinde belediyenin girişimiyle başlatılan bir sinema projesi bölgede çok ciddi bir dönüşüm yaratılmasına vesile oluyor. Uyuşturucu satışı oranları düşüyor, çocuklar sinemayla tanışıyorlar. En temel şey, dünyaya açılmaları ve çocukların ufkunun genişlemesi için, sinema en kolay aracı olabilecek disiplinlerden biri. Ve artık o bölge öyle bir dönüşüyor ki Rio’nun genelinden izleyiciler o bölgeye sinema izlemeye gelmeye başlıyorlar. Dolayısıyla orada ciddi bir kültürel ve sosyal bir dönüşüm yaşanmış oluyor. Bu çok temel bir örnek. Türkiye’de de bir sürü örnek var. Mesela Barış İçin Müzik. Tekrar Barış İçin Müziği uzun uzun anlatmayacağım ama (gülüşmeler) Edirnekapı’da neler yarattığını biliyoruz. Başka örnekler de var. Barış İçin Müzik bizim en sevdiğimiz örnek, ilk aklımıza gelen ama buna benzer birçok şey var. Mesela raporda bahsettiğimiz Sinop Bienali. Sinop’ta Sinopluların sahiplenmesi sayesinde bir bienal projesi var ve kentteki aktörlerin aktif katılım ve desteği ile gelişti, büyüdü ve başka projelere vesile oldu. Türkiye’de çok iyi örnekler var aslında. Yeter ki bu bütün paydaşlar birlikte hareket etsin,katılımcı olsun. Bu katılımcılık yolunda yeni metotlar geliştirilsin. Yine uluslararası örnekler geliyor aklıma. Seul’deydi sanırım, bilboardlar yaptırılıyor mesela. Kültürel planlama sürecinde vatandaşları bu sürece dahil edebilmek için “100.000 vatandaşa soruyoruz” diye bir kampanya başlatıyorlar. Sokağa çıktığında her tarafta, billboardlarda bu kültürel planlama sürecinin başladığını görüyorsun. Kendini daha iyi hissediyorsun. Ne kadar sonuca ulaşıyor bu bilmiyorum ama en azından bunun üzerine kafa yoran bir ekip var. Önemli olan o. Yani katılımcılığı bir prensip olarak belirleyip bu konuda adım atmaya çalışmak iyi bir çaba gibi düşünüyorum.
Seninle yaptığımız sohbetlerde hep böyle bir sonraki soracağım soruya zaten cevap vermiş oluyorsun (gülüşmeler).
Ece: İşini kolaylaştırmaya çalışıyorum.
Soracağım soru şu olacaktı. Belki eklemek isteyeceğiniz bir şey olur. Raporu çalışırken Türkiye’de gördüğünüz ana problemler nelerdi? Konuşsak saatlerce konuşuruz da çok önemli dediğiniz bir şey var mıydı? Ve potansiyel çözüm önerilerini soracaktım ama ikisinden de biraz bahsettik aslında. Eklemek isteyeceğiniz bir şey varsa alabilirim.
Ece: Bu konu özelinde soruyorsun, değil mi?
İlgili: Cenk Özbay & Özlem Ünsal – Yeni İstanbul
Evet kültürel planlama özelinde.
Ece: Biz raporu anlatırken çokça dile getirdik aslında. Türkiye’de kültür politikaları alanında yerelleşme süreci henüz tamamlanmış değil. Hatta belki başında bile değiliz diyebiliriz. Bu konuda ciddi adımlar atılması gerekiyor. Pratik olarak bu raporla biz belediyelerin stratejik planlama içinde kültüre nasıl yer vereceklerini anlatmaya çalıştık. Bunlar nispeten daha kolay yapılabilecek şeyler. Zaten yaptıkları stratejik planlamanın içinde kültürü daha kapsamlı bir şekilde dahil edebilirler. Sorun bütçe problemi değil. Çözüm stratejik ve bütünsel olarak bakabilmekten geçiyor aslında. Bunlar bir tarafta. Yani yapılabilecek şeyler konusunda burada önerilerimizi dile getirdik ama daha uzun vadeli sorunlar ve çözümleri de düşünmek gerekiyor. Yerelleşme süreci dediğimiz şey, yerel yönetimlerin kendi aralarında kültür konusunda görev ve sorumluluk alanlarını net olarak tanımlamalarından geçiyor. İstanbul gibi bir şehirden bahsediyorsak örneğin, yerel yönetimler dediğimizde aslında içinde Belediye de var, İl Özel İdaresi de var, Valilik de var, İl Kültür Müdürlüğü de bir anlamda var. Kültürel planlama dediğimizde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile bütün ilçe belediyelerinin arasındaki ilişki de bir planlama biçimi. İstanbul o kadar büyük bir kent ki sorunları da daha büyük, çözümleri içinde belki daha fazla çaba sarf etmek, kafa yormak gerekiyor.
Biz istiyoruz ki bu aktörler bunu tartışmaya başlasınlar. Sivil toplumu, kültür kurumlarını, işin uzmanı akademisyenleri de dahil ederek, İstanbul’a yönelik bir kültürel planlama nasıl yapılabilir konusunu hep birlikte düşünmeye ihtiyaç var. Bunu hep birlikte düşünsünler istiyoruz. Yani İl Kültür Müdürlüğü ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin birlikte çalışacakları bir planlama biçiminin olması şart gibi düşünüyoruz çünkü ikisinden de bağımsız düşünülemez. Ya da İstanbul Büyükşehir Belediyesi kendi başına bütün ilçelere yönelik bir planlama anlayışı, vizyonu geliştiremez. Belki ilçelerden yola çıkan ve Büyükşehir Belediyesi’ne ulaşan bir talep olmalı ama bu birimler en azından yılda bir kere bir masanın etrafında sadece kültürü konuşmak için bir araya gelmeli. Sonra da bu devam etmeli. Bir metodolojisi olmalı. Bu konu üzerine çalışılmalı. En makro düzeyde bunu söyleyebilirim. Bilmiyorum bir şey eklemek ister misin?
Yücesoy: Aslında genel olarak benim de düşüncelerim aynı yönde. Kültürel planlama konusu bazen de biraz böyle lüksmüş gibi görünebiliyor.
Ece: Evet maalesef. En büyük sorunumuz bu galiba.
Yücesoy: Aslında kültürel planlama diğer planlama alanlarından çok farklı değil. Sadece biraz daha o yönde düşünmek gerekiyor. Bunun belki de aktörleri değişebilir. Aktörleri çeşitlenebilir. Biraz daha sivil kurumlara inmek gerekebilir.
Raporun ek kısmında İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve çeşitli ilçe belediyelerinin misyon, vizyon, stratejik hedefleri vesairenin olduğu bir liste var. Bunları onlara sorarak mı yazdınız? Yoksa bunlar bir yerde var mı zaten?
Ece: İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyelerinin yayımladıkları stratejik planların içinden kültürle ilgili bölümlerin biraz araştırılması, titizlikle alınmasıyla oluşturuldu bu tablolar. Zaten onların yayımlanan stratejik planlarının içinde var.
Anladım zaten böyle bir vizyonları var.
Ece: Evet, biz sadece bunlara belli başlıklar çerçevesinde baktık. Şimdi size hangi başlıklar çerçevesinde baktığımızı buradan da bakarak söylersem belki daha iyi olur. Özellikle bu stratejik planları karşılaştırmalı incelerken, stratejik planlardaki misyon ve vizyona baktık. Bu belediyeler misyonlarını nasıl tanımlamışlar, kültüre nasıl yer vermişler diye baktık. Çünkü başta söylediğim gibi bu belediyeler “kültür üçgeni” dediğimiz, zaten kültürel mirasın, kültürel etkinliklerin yoğun olarak bulunduğu ilçeler. Dolayısıyla kültüre yer verdikleri ön kabulüyle, kültüre en fazla yer verecek belediyeler olarak baktık. Sonra kültürle ilgili stratejik hedeflerine baktık. Yayımlanan stratejik planlarda stratejik hedef olarak ne göstermişler ve bununla ilgili hangi göstergeleri almışlar. Yani hedefi ne koymuşlar, karşılığında da bunu gösteren şey nedir demişler. Tamamen kendi yayınladıkları rapor üzerinden… Burada genel olarak karşılaştığımız sorun, bu hedeflerin ve göstergelerin hep sayısal veriler üzerinden oluşturulmuş olması. Ortaklaşan bir sorun aslında bu belediyelerde, değil mi? Hızlıca rapordan bakıyorum; yapımı tamamlanan proje sayısı, koltuk sayısı, etkinlik sayısı… Sürekli sayısal veriler üzerinden… Hatta bazı yerlerde etkinliklere katılan çocuk sayısı gibi göstergeler bile var.
Yücesoy: Yani tabii nicelik üzerinden değerlendirme sistemi olunca hep nicelik öne çıkıyor.
Ece: Tabii, daha kolay onu ölçebilmek. Anlıyorum. Bahsettiğimiz diğer şeyleri, sosyal dönüşümü, etkiyi ölçmek kolay değil ama var. Özellikle uluslararası kurumların, örneğin UNESCO’nun çok çalışması, araştırması var. Başka kültürel göstergeler geliştirmek de mümkün, sadece sayısal hedefler ve göstergeler koymayarak. Az önce anlattığım gibi, özellikle sosyal dönüşümü, dezavantajlı kesimlerin kültüre erişimini, katılımını sağlayacak metotları geliştirecek bir vizyon kurmak da mümkün. Bunun için hep örneklerle hareket ettik raporda. Bunların yer alması yine de iyi, zamanında bunlardan bile bahsedilmiyordu. Kültür en azından bir stratejik hedef olarak yerini almış ama biz nasıl yer almış diye daha detaylı bakıyoruz. Çünkü ideal yere gitmemiz için hâlâ zamana ihtiyaç var. Bir önemli konu da, stratejik planlara karşılaştırmalı bakarken gördüğümüz şey, kültürel çeşitlilik, toplumsal cinsiyet, etnik çeşitlilik ve dini inanç özgürlüğü konuları. Bunlar da kültür politikalarının öncelikli kavramları olduğu için sadece kültüre yer vermesi yeterli değil, “Kimin kültürü?, Nasıl bir kültür? Çeşitlilik açısından herkese ne kadar yer verilmiş?”, bunlara da bakmak gerekiyor. O yüzden bir de böyle bir karşılaştırma yaptık stratejik planlar üzerinde.
Yücesoy: Özellikle tabii, nicelik üzerinden değerlendirme yaygın ve onun da belli bir değeri var. Ancak eleştiriler hep nitelik üzerinden geliyor. Mesela biz de belli şeyleri eleştirirken niteliği de öne çıkarıyoruz. Tamam, sayıları yakalayabiliyoruz belli zamanlarda, ama nitelik de önemli. Yani aynen Özlem’in söylediği gibi çeşitlilik, katılık, bütünleşik planlama dediğimizde inanç özgürlüğü, etnik çeşitlilik, toplumsal cinsiyet, bunlar hep niteliğe girmeye başlıyor. Nasıl? Belli standartları sağlıyoruz, belli projeleri de sağlıyoruz; memnuniyet artışı, katılımcı sayısındaki oransal artış, bunları sağlıyoruz ama bunların niteliği ne? Ya da onların beklentileri ne? Tabii bir adım ötesi her zaman mümkün. Biz onu hep bir adım ötesine götürmeye çalışıyoruz.
Ece: Bir de özellikle yerel yönetimlerin kültürel planlamadaki önemi şuradan kaynaklanıyor: Bu yerel yönetimler, belediyeler bulundukları bölgedeki vatandaşlara, topluma daha kolay erişim imkânına sahipler. Hele İstanbul gibi kalabalık bir metropolden bahsediyorsak, merkezi yönetimin yereldeki ihtiyaçlara hızla çözüm geliştirebilmesi çok kolay değil. O ihtiyaca cevap verebilecek olanlar belediyeler. Kendi bölgelerindeki ihtiyacı gören, dönüşümü gören birimler daha çok belediyeler. Dolayısıyla buna uygun stratejiler geliştirmeleri gerekiyor. Ve özellikle dezavantajlı kabul edilen kesimlerin bu etkinliklerden faydalanabilmeleri için politikalar, uygulamalar geliştirmeleri gerekiyor. Önemli olan bu. Çok sayıda etkinlik yapmaktansa (bu nispeten kolay olanı), bu işe ulaşamayan insanları dahil edecek etkinlik biçimleri tasarlamak, o grupları dahil etmeye çalışmak daha önemli. Böyle bakmaları gerekiyor. O yüzden bu prensipler mühim. Bunları görünür kılmak istedik; bu yüzden böyle karşılaştırmalı bir analiz yaptık. Bizim incelediğimiz belediyeler arasında Üsküdar, Kadıköy, Fatih, Beyoğlu, Şişli ve Beşiktaş var. Bunlar zaten aktif belediyeler.
Bu belediyelerin dışında da İstanbul’da kültür konusunda çok faal olan birçok belediye var. Birçok ilçe belediyesi artık bu konuyu kendine hedef belirlemiş durumda. Çok sayıda etkinlik yapılıyor, çok iyi şeyler yapılıyor. Ama biraz daha mesafe koyup, yapılan etkinliklere ve dünyada kültür politikaları açısından eğilimlere bakıp stratejik düşünmek, daha fazla nereye gidebilir, daha derine nasıl inebilir diye bakmak gerekiyor. Sayısal olarak etkinlikleri artırmak, daha çok şey yapmak, daha büyük salonlar açmak değil, -tabii ki bu da bir boyutu, altyapı konusu da çok önemli – ama herkesi dahil edecek, İstanbul gibi bir metropolde herkesin kültür üçgenine gelmesi değil de belki buradaki insanların İstanbul’un geneline gideceği bir yapının oluşturulması… Belki farklı semtlerin, farklı ilçelerin, farklı kimliklerle öne çıkması… Sarıyer’in kendine has bir planlama stratejisi varken -belki balıkla, ilçenin kendi coğrafi özellikleriyle, boğazla öne çıkarken-, Kağıthane’nin yaşadığı dönüşümle ya da kendi mirasından yola çıkarak bambaşka bir strateji benimsemesi ve il genelinde bir çeşitliliğe ulaşılması hedeflenmeli. Yani herkesin merkeze gelmesi zorunda değil, zaten merkez neresi bu da çok tartışmalı bir konu.
Yücesoy: Evet, ama İstanbul’un bir yandan da en büyük sorunu bu; çünkü 14 milyonluk bir şehir aslında tek merkezli. Zaten çevre düzeni planları da şimdi tekrar yapılıyor yani bunun çözümü aranıyor; çünkü merkez dediğimiz yer hâlâ var. Kadıköy, Üsküdar’ın bir kısmı, Beşiktaş, Beyoğlu, Fatih, Tarihi Yarımada içinde oluyor her şey. Böyle olunca bütün 39 belediyede yaşayan insanlar oraya gidiyorlar. Oraya gitmek zorunda kalıyorlar. Yani bu aslında bir yandan da İstanbul’un bu merkez problemini çözecek bir vizyonu da var bu kültürel planlamanın. Gerçekten uygulanabilirse, uzun vadeli bir plana programa alınabilirse… Çünkü gerçekten her şey aynı anda üst üste oluyor.
Aslında şehir planlamasında böyle bir şey vardır, şehir sosyolojisinin en temel okumalarından: Şehirdeki, merkezdeki aktiviteler birbirlerinin yerine geçmek için yarışa giriyorlar bu sefer. Tiyatro mu olacak, alışveriş merkezi mi olacak, içinde mi sinema olacak, alt katında mı tiyatro olacak, öbür tiyatro beşinci katta mı olacak… Böyle bir yarış alanı ve devamlı yer için yarış edilen bir yer haline geliyor. Ki bu aslında çok sakıncalı da bir şey; çünkü birbirini yok ediyor bu sefer. Bizim bugün yaşadığımız pek çok problemin sebebi de bu yer yüzünden oluyor aslında. Yani bazı şeylerin kaybolmamasını istiyoruz biz, ama yeni şeylerin de gelmesini istiyoruz. Veya onların da yer almasını istiyoruz. Belki bu tek merkezli yapı biraz daha çözülebilirse, kültürel planlama bunun bir adımı, biraz daha dağılabilirse en azından dağılabilecek aktiviteler, o zaman merkezde olması gereken aktiviteler, kültürel hizmetler de tabii ki olacak. Orada devam edebilir.
Ece: Bir de küçük bir not: Biz içinde bulunduğumuz örnek nedeniyle İstanbul’dan bahsediyoruz ama raporda sunduğumuz çerçeve İstanbul’a da, küçücük bir mahalleye, ilçeye, bölgeye ya da başka bir şehre de uygulanabilecek bir metodoloji içeriyor. Burada rehber niteliği taşıyacak bir format belirledik özellikle bu raporda. Raporun başı biraz kavramsal; terminolojiden bahsediyoruz, kavramları açıklamaya çalışıyoruz, dünyadaki örnekleri anlatıyoruz, uluslararası örgütlenmelerden bahsediyoruz ama sonra pratik bir tarafı var. “Eylem planı” diye adlandırdığımız bir bölüm var raporun içinde. Bu işe adım atmak, girişmek isteyen bir uzman veya belediyeden bir yetkili rapora adım adım bakıp, zaten yaptıkları stratejik planlamanın içine kültürü nasıl dahil edebileceklerini görebilir. Bir zaman çizelgesi de yaptık onlara. Biz tabii ideal bir plan verdik ve bir senelik bir zaman dilimi üzerinden bunu önerdik; ama böyle olmak zorunda değil, her mahallenin, semtin, kentin lendi ihtiyacına göre bir planlama yapması da mümkün. Sadece bir adım, ufuk açacak bir örnek olsun istedik. Yani İstanbul özelinde değil burada önerdiğimiz çerçeve.
Raporu okurken raporun ruhuna dair şey hissetmiştim: Bu iyi bu kötü demektense bir başlangıç çalışması gibi bir kılavuz sunmak, daha devam edebilecek bir şeye ilk temeli atmak. Hem İstanbul’daki belediyelere bakarken ya da Türkiye’de başka yerlere baktıysanız ‘‘Bu olmamış, misyonunu, vizyonunu iyi çizememiş’’ ya da ‘’Bu çok iyi çizmiş, stratejik hedefini çok iyi koymuş, planlaması çok yerinde’’ dediğiniz örnekler oldu mu?
Ece: Bu rapor kapsamında diğer şehirler için stratejik planları incelemedik açıkçası. Sadece İstanbul’a odaklandık. Dolayısıyla öyle detaylı bir analiz vermem mümkün değil. Daha çok gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz ya da temas ettiğimiz örnekler üzerinden konuşabiliriz. Benim aklıma iyi örnekler geliyor. Hep kötü örnekleri konuştuğumuz zaman insanın motivasyonunu kırıyor, iyi şeyleri de duymaya ihtiyaç var. Örneğin, aklıma şimdi geldi; Gaziantep Belediyesi İstanbul’a geldi ve bizimle bir görüşme yaptı. Kültür alanında daha aktif olmak istiyorlar. Gaziantep zaten birçok açıdan merkez kabul edilebilir. UNESCO’nun Yaratıcı Şehirler Ağı’na dahil oldu Gaziantep, gastronomi başlığı altında. Az sayıda şehirden biri olarak kabul edildi. Bu bence çok önemli bir gelişme. Gaziantep’i var eden, kimliğini oluşturan, temel bileşenlerden biri mutfak, gastronomi. Dolayısıyla bu başlık altında bir uluslararası ağa dahil olması en doğal şey. Ama bunun farkına varmış olmaları, bu konuda bir çalışma gerçekleştirmiş olmaları, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu ile bu konuda bir araya gelmiş olmaları çok önemli bir adım. Buna benzer örneklerin gelişmesine ihtiyaç var. Bunu şu anda aklıma geldiği için söylüyorum; raporun yayımlandığı dönemde örneğin Mersin’den bir davet aldık. Kent Konseyi, Mersin’in bütün ilçe teşkilatlarını da davet ederek rapor üzerine konuşmak ve kendi planlamalarını geliştirmek istiyor. Eminim bu örnekler artarak çoğalacak. Bizim rolümüz burada sadece ufuk açıcı tartışmayı ortaya atmak.
Yücesoy: Biraz da açıkçası örneklere bakarken hevesi kırmamak da önemli… ‘‘İyi yapmışsınız’’ ‘‘kötü yapmışsınız’’ gibi bir şey olmasındansa daha başka bir yaklaşım gerekiyor. Önümüzde zaten çok yol var. Bunda da zaten birçok örnek aldık ama ne Tokyo ne New York ‘‘Biz harika yapıyoruz, önümüzdeki beş yılda da aynı şekilde devam ederiz,’’ diyor. Bu zaten çok hızlı, devingen bir şey olduğu için araçları değişiyor, çeşitleniyor, teknolojiyi kullanabileceğiniz şeyler bir anda artıyor ve siz onun farkına varıyorsunuz, yeni şeyler ortaya çıkıyor. Yani orada biraz daha arkada durup destekleyici bir şey olması bence önemli.
Ece: Mesela şu anda yaşadığımız en güncel sorunlardan biri göçmen sorunu. Kente, vatandaşların hayatına nasıl etki edecek, bunu hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Bence İstanbul’da daha hissetmeye başlamadık gündelik hayatımıza etkisini ama çok yakında geleceğini tahmin ediyorum. Çünkü çok ciddi bir sorundan bahsediyoruz, çok ciddi bir dönüşüm yaşanacak. Ama kampların olduğu Gaziantep’te ya da başka bazı bölgelerde özellikle, gündelik hayatta bu konuyla ilgili dönüşümler var. Bunun farkına vararak, bunu bir sorun olarak tespit edip, bu konuda neler yapılabileceğini, kentlileri dahil ederek, uzmanları dahil ederek nasıl bir çalışma yapılabileceğini düşünmeye başlamak lazım. Bu konuda çalışan birçok STK ve uluslararası kuruluş var. Bu da kültürel planlamanın önümüzdeki dönemde bir parçası olacak, hepimizin hayatında buna benzer sıcak konulara, güncel sorunlara çözüm olabilecek bir boyutu var kültürün ve kültürel planlamanın. Bunların hepsini hesaba katmak lazım.
İlgili: Özlem Ece – Sanat Eğitimini (Yeniden) Düşünmek
Son sorumu soracağım. Siz ilk temeli attınız bu konuda, bir ürün ortaya koydunuz, bir ay önce yayınlandı. Öncelikle aldığınız tepkileri soracağım, hem kamuoyundan hem de raporun muhatabı belediyeler ve yerel kültür yöneticileri tarafından. Nasıl tepkiler aldı? Ve bu rapora bağlı olarak çalışmanız devam edecek mi, ne yöne ilerleyecek?
Ece: Çok iyi tepkiler aldık. Daha çok kısa bir zaman oldu raporu yayımladığımızdan bu yana ama hem medyada geniş bir ilgi gördü hem de raporu ilettiğimiz yetkililer tarafından çok olumlu karşılandı. Biz her rapor özelinde başka bir iletişim stratejisi kuruyoruz. Bu raporların ve araştırmaların sonunda mesajımızı iletmek istediğimiz muhataplara doğrudan ulaşmaya çalışıyoruz. Sanat eğitiminden bahsediyorsak daha çok Milli Eğitim Bakanlığı’nı muhatap olarak düşündüğümüzden, onlar üzerinden bir iletişim kuruyoruz örneğin. Bu konuda ise tabii ki belediyeler ve yerel yönetimler bizim hedefimizde. Raporu yayımladık ve bir ön mektupla beraber muhatap olabilecek herkese ulaştırdık. Hatta memnuniyetle söylüyorum; ikinci baskıyı yaptık ilk defa bir raporda bu kadar kısa süre içinde. Bu çok önemli bir gelişme olduğunu gösteriyor zaten. Çok ciddi bir talep var. Bizim gönderdiğimiz yetkililerin, kurumların da dışında basın aracılığıyla haberdar olup raporu isteyen, yetkilileri, uzmanları gönderen çok belediye oldu. Bu çok iyi bir gelişme. Umarım bu böyle devam eder.
Tabii şimdi raporu okuyup harekete geçmeleri için bir zaman koymak lazım. Bu ilk ilgi çok güzel ama asıl dönüşüm bunu okuyup masa başında uygulamaya çalışacakları zaman olacaktır diye umut ediyoruz. Bolca talep var, bolca teşekkür var, bu kadar kısa süre içinde olabilecek en iyi tepkiyi aldı hakikaten rapor. Biz tabii ki sadece raporu yayımlamakla yetinmiyoruz, üzerine konuşmaya, konuyu takip etmeye devam ediyoruz. Yine öyle olacak. Ziyaretler planlıyoruz bir yandan, bu rapor özelinde incelediğimiz belediyelere bizzat giderek hem raporu teslim ediyoruz elden hem de birinci ağızdan mesajımızı onlara anlatmaya çalışıyoruz. Bu raporda yer veremediğimiz ama önemli olduğunu düşündüğümüz, İstanbul’da aktif olan başka belediyelere de gidiyoruz. Kağıthane Belediyesi ile, Esenler Belediyesi ile görüştük. Sarıyer Belediyesi kendi geldi rapordan sonra bizimle görüşmek için. Beşiktaş’a, Kadıköy’e ziyaretlerde bulunduk, Üsküdar’a gittik. Bu böyle biraz daha devam edecek. Umarım şehir dışına da çıkacağız, hatta Mersin’den ilk davetimizi aldık. Bu tarafı böyle. Bundan sonrası, dediğim gibi, işin uygulama aşaması için biz biraz daha geri planda kalacağız tabii. İKSV, kültür politikası açısından başka konulara bakmaya devam edecek. Ama bence şehir plancıları, kültürel planlama uzmanları, akademisyenler bu belediyelere destek vererek, pilot proje yapmak isteyen bir belediyeyle masa başında oturarak bu işi yapmaya başlayacak.
Yücesoy: Yerel sivil toplum örgütleriyle beraber… Zaten onların sahip çıkması lazım, onların peşine düşmesi lazım.
Eklemek istediğiniz bir şey yoksa teşekkür ederiz.
Biz teşekkür ederiz. Bir sonraki raporda da bekleriz.