Leyla Akca | Project Lift: Savaşın Ruhsal Yaralarını Sarmak

6 20/03/2016 - Sohbetler

Savaş sonrası travma geçiren ve savaş sebebiyle ülkesinden göç etmek zorunda kalan çocuklara psikolojik destek vermek ve bu çocukların topluma kazandırılmasını sağlamak amacıyla kurulan Project Lift’in proje danışmanı ve klinik direktörü, sanat terapisti Leyla Akca ile Suriyeli çocuklar, savaş travması, sanat terapisi ve Project Lift üzerine Maya Vakfı’nda konuştuk.

Bu sohbette çocukların ve ailelerinin savaştan nasıl etkilendiklerini, Türkiye’deki mültecilerin durumunu, Project Lift’in hikayesini, sanat terapisinin savaş travması geçiren çocuklarla nasıl uygulandığını ve mültecilerle ilgilenen STK’ların bir değerlendirmesini bulacaksınız.

Leyla Akca ile sohbet ederken  Suriyeli mültecilere yönelik toplum algısındaki bozuklukları ve bunların STK’lar desteğiyle neden ve nasıl çözülebileceğini öğrendik. Suriyeli mültecilerin entegrasyonunun mümkün olabildiğini gördük. Biz bu sohbetten çok şey öğrendik, sizin de seveceğinizi umuyoruz.

Dört Yüz Beş
19 Mart 2016
Sohbet Tarihi: 18 Mart 2016

Künye

Röportaj: Burak Demiryakan, Buğra Barçın
Ses: Buğra Barçın, Çağrı Mutaf
Deşifre: Naz Vardar, Çağrı Mutaf
Fotoğraflar: Buğra Barçın, Burak Demiryakan


Sohbeti aşağıdaki kutudan dinleyebilirsiniz
(oynatma tuşuna basın).



Burak Demiryakan: Bugün 405’te Project Lift’in klinik direktörü Leyla Akca’yla beraberiz. Önce Project Lift’ten biraz bahseder misiniz? Nasıl başladı, hangi fikirle çıktı?

Project Lift’in fikir babası ve kurucusu aslında, o zaman 16 yaşında olan, şimdi 18 yaşında olan Emir Özsüer. Fikir tamamen ona aitti. Kendisi sokakta görüdüğü Suriyeli çocukların gözündeki korku ve dehşeti gördükten sonra onlar için olan toleransın da çok azalmış olduğunu fark etmesiyle birlikte bu konuya tekrar dikkat çekmek üzere bir proje başlatmak istediğine karar verdi. Ailesine açtı, araştırmaları yaptı konuyla ilgil. Ondan sonra bana ulaştılar bu zaman çerçevesinde. Bu da tam Soma’nın olduğu zamana denk geliyordu. Ben de o sırada gönüllü olarak çalışıyordum. Gidip geliyordum. Onlar kamplara bir ziyaret düzenlediler biraz daha konuyu anlayabilmek ve gerçekten ihtiyacın nerede olduğunu anlayabilmek için. Ondan sonra da ben Soma’daki çalışmalarım bittikten sonra onlarla bir toplantı yaptım. O toplantıdan beri hala birlikteyiz. İki seneden fazla olacak neredeyse. Fikir olarak Emir zaten çok iyi biliyordu çocuklarla ne yapmak istediğini. Çocukların sanata, müziğe ve spora, harekete ihtiyacı var dedi. Emir’in kendisi zaten milli yüzücü. Dolayısıyla sporun ve takım sporunun, bir takımın parçası olmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyor. Onun nasıl, o toplum bilincinin gelişmesinde, o grup takım arkadaşlığının gelişmesinde, kendi sosyal hayatına olan etkilerinin farkında. Dolayısıyla bu çocukların da aynı şekilde bir desteğe ihtiyacı olduğunu biliyor. Spor yaparak rahatlamanın farkındaydı. Müziğin, sanatın ne kadar rahatlama sağlayabileceğini ve bu çocukların kendilerini ifade etmeye ne kadar çok ihtiyaçları olduğunun farkındaydı. Bunun da ancak uzmanlar tarafından yapılabileceğinin farkındaydı. Dolayısıyla ilk önce beni bularak arkasından da ekibimizi kurmaya yardımcı olarak birlikte bir yola çıkmış olduk. Fikir buradan çıktı yani. Dolayısıyla hepsi Emir’in aslında. Benim değil.

Demiryakan: Çok güzel bir şey aslında bir çocuktan çıkmış olması, bir gençten çıkmış olması…

Evet, farkındalığı çok yüksek bir genç.

Demiryakan: Siz sonuçta çocuklarla berabersiniz, çocuklar ve o savaşı görmüş aileleriyle berabersiniz. Savaşı nasıl deneyimlediklerini merak ediyorum. Yani size ne halde geliyorlar?

Bizim gördüğümüz ailelerin tabii hepsi farklı bir yerden geliyor. Dolayısıyla bazıları savaşı bire bir yaşamışken, işte ne bileyim çocuklar okuldayken okulları bombalanmışken, aileler camideyken camileri bombalanmışken, çocuğun pazara giden annesi bir daha dönmemişken ya da bazı ailelerde babalar evden çıkıp işe gidiyorum diye bir daha dönmemişken… Bazı ailelerdeyse çocuklar hiçbir şeyi görmemişler. Sadece olanakların kısıtlanması, işin olmaması, yemeğin olmaması gibi problemlerden dolayı savaşın onlara doğru gelmesinden kaynaklanan problemlerden kaçmışlar ve göç etmişler. Yani bazıları tamamen savaş mağduruyken bazıları daha çok şartların, savaşın getirdiği ve etrafta kuruttuğu şartların zoruyla göç etmişler. Hepsinin farklı travmaları var. Sonuçta, zaten travmatik bir olaya verilen tepki travmayı temsil ediyor ve bu çocukların hepsi aynı tepkiyi vermiyorlar. Bazılarının hem içsel olarak dayanıklılıkları daha yüksek hem de dışarıdaki sosyal bağları daha güçlü. Aileleri daha iyi baş edebiliyor, durumları daha iyi. Dolayısıyla o çocukların bazıları daha iyi durumdalar. Travmatize diyemeyeceğimiz ama travmatik bir olay yaşadıktan sonraki adaptasyon sürecinin içindeler yani. Bazılarıysa gerçekten travma semptomları gösteriyorlar. Ciddi müdahale ve yardımlara ihtiyaçları var.

Demiryakan: Peki Türkiye’deki durumları nasıl? Bildiğim kadarıyla Sultanbeyli’de daha çok çalışmışsınız.

Evet Sultanbeyli’de ve Güngören’de atölyeler yaptık. Sultanbeyli’de yaşadıkları evler tabii kötü durumdaki evler. Girdiğiniz zaman birçoğunun içinde çok az eşya var, daha çok döşek var. işte 10 tane kişi aynı evde yaşıyor. Bazen 2-3 aile, işte 20 kişiye kadar aynı evde yaşadıkları oluyor. Tabii ki böyle zamanlarda hastalık çok daha fazla olabiliyor evlerin içinde. Ama mümkün olduğunca evlerini güzel tutmaya çalışıyorlar. Tekrar hayata bağlanmaya çalışıyorlar. Evlerde genel bir küf kokusu, genel bir nem problemi var. Genelde en aşağı katlarda, bodrum katlarında çok iyi olmayan durumlarda yaşıyorlar. Her zaman yemekleri olmuyor. Çünkü ailenin finansal olarak bir kaynağı olmuyor. Anne-babaları işe almıyorlar. Daha çok çocukları çalıştırmak üzere iş yerleri teşvikte bulunuyor. Bazı anne-babalar en küçük çocuğu okula göndermeye çalışırken daha büyükleri çalıştırtmak zorunda kalıyor. Çünkü aileye belli bir gelir girmesi gerekiyor yani. Zorunluluk dolayısıyla ortaya çıkan şeyler oluyor. Bazı ailelerin içinde aile içi şiddet var. Bunun bir kısmı kültürel olarak daha… Yani onların kültüründe daha fazla olan bir şey olduğu için bize karşı daha fazla… Nasıl diyeyim? Çocuklarına karşı daha sert olabiliyorlar bazen. Ama bazı şeyleri de, bazı sebepleri de anne-babanın da çok travmatize olmasından dolayı toleranslarının çok düşmüş olması ve çocukların çok travmatize olmasından dolayı davranışlarının bozulmuş ve anne-babanın baş edebileceğinden daha fevri davranışlarda bulunuyor olması. Dolayısıyla anne-baba da disiplini sağlayabilmek için bazen daha fazla şiddete yöneliyor. Evlerin içlerinin de durumu çok iyi değil.

Demiryakan: Siz sanat terapistisiniz aslında. Bunun neleri kapsadığını ve nasıl yapıldığını merak ediyorum. Ne işe yarıyor, nasıl işe yarıyor, nasıl sonuçlar veriyor?

Ben görsel sanat terapistiyim ama bizim projemizin içerisinde hem müzik var hem resim var hem de sanat var yani hem de görsel sanatlar var. Üç ayrı seans olarak veriyoruz. Her gün birer seans olarak veriyoruz bunları. Üçünü, üç farklı modeli de 3 copykullanmamızın sebebi çocukların ve insanların genelde tek bir model üzerinden öğrenmiyor olmaları. Yani görsel olarak da öğreniyoruz, işitsel olarak da öğreniyoruz, aynı zamanda bedensel olarak da, dokunsal olarak da öğreniyoruz. Dolayısıyla çocuklarımıza çok kısa bir süre dokunabildiğimiz için bu süreç içerisinde üç şeyi pekiştirerek gidiyoruz. Her gün bir tema işliyoruz. Sanatı da bu temaları çocuklara aktarmak ve onların içselleştirmesi için bir araç olarak kullanıyoruz. İşte mesela çocukların dürtü kontrolünü öğrenmeleri üzerine yapılan çalışmalarda mesela çocuklara ritim çalıştırırken “bir, iki, üç, dört, dur” dediğimiz zaman bu o dürtü kontrolünü çocukların içselleştirmesine ve kendi kendilerini durdurubilmelerine, komut üzerine, yarıyor. Çocukların yaratıcı düşünmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Onlara daha çok böyle ilk önce düşünebilecekleri, arkasından böyle uzun süre düşünme yapabilecekleri, ileriye dönük plan yapabilecekleri, hangi rengi kullanacağını, ne çizeceğini düşünmesi gerektiği üzerine şeyler yapıyoruz. Değişik roller aldırarak onlarla drama çalışmaları da yapılıyor işte dansta. Bazen penguen oluyorlar, bazen flamingo oluyorlar. Kendileri seçiyorlar hangileri olacaklarını. Ormandaki rollerini kendileri seçiyorlar. Yani böyle değişik…

Demiryakan: Kapsamlı.

Hem kapsamlı ama yaptığımız şeyler hep sanatı bir araç olarak kullanmak. Biz sanat terapisinde sanatı çocuklara ulaşabilmek için kullanuyoruz, sözel olarak verilen komutlardan çok işe yaradığını gördük ve görüyoruz. Özellikle de dil bariyeri olan bir toplumla, özellikle de kendini zaten sözel olarak ifade etmeye çok açık olmayan bir toplumla çalışırken sanat terapisinin çok faydaları var. Ama sanat terapisinin de bir yandan da çok ters tarafa dönebilecek durumları olabiliyor. Onlar da mesela hiç sanat terapisini okumamış, bilmeyen ve bunu iyi bir çerçevenin içerisinde yapmayan kişiler çocuklara yaptırdıkları resimlerin sonucunda ortaya çıkan şeyleri nasıl kapatabileceklerini, çocukları tekrardan nasıl stabil bir hale getirebileceklerini bilmiyorlar. Dolayısıyla bu çocukların travmalarını daha da çok tetikleyip çocukları salmış oluyorlar ya da yaptıkları resimleri asıyorlar mesela duvarlara. Evet, bu çok güzel bir şey olabilir ama o resmin ne olduğunu çocukla konuşmadan astığında belki çok mutlu gözüken bir resim aslında çocuğa bambaşka bir şey hatırlatıyor olabilir ve her gün onun önünden geçip onu görmesi ve başkalarının da buna şahitlik ediyor olması onu zorlayabilir. Dolayısıyla bu iş aslında hassas bir iş ve sadece sanatı araç olarak bile kullanırken gerçekten uzmanlar tarafından yapılması gereken bir iş.

Demiryakan: Anladığım kadarıyla bu sanat terapisi tek tarafı değil bu işin. Onun dışında ağır travmalı durumlarda sanırım başka metodlara da başvuruluyor.

Şöyle, biz ailelerle ilk başka bir görüşme yapıyoruz. Ondan sonra çocukları alıyoruz. Ailelerle yaptığımız görüşmede çocukların durumunu, ne kadar zamandır burada olduklarını, işte dil bilip bilmediklerini, okula gidip gitmediklerini, ne gibi davranışsal ya da başka semptomlar gösterdiklerini ve ailede ne gibi problemler yaşadıklarını anlıyoruz. Bunu anladıktan sonra çocuklarla birlikte atölyeye başlıyoruz. O atölyenin sonucunda tekrar bir aile ziyareti yapıyoruz ve o aile ziyaretinde ailelerle konuşup durumun değişip değişmediğini görüyoruz, ailelere biraz psikoeğitim veriyoruz bu sırada, pozitif disiplin hakkında. Eğer bize bir şeyler sorarlarsa o konuda birazcık destek vermeye çalışıyoruz. Onun haricinde ailelerle ihtiyaç duydukları yerlere yönlendirmeler yapıyoruz ve tekrardan ihtiyacı olan ailelere daha sonra dönüp ziyaretler yapmaya da devam ediyoruz. Yani bizi sadece psikolojik problemleri için değil başka problemleri için de aramaya başlıyor aileler bir süre sonra. Tabii ki biz her şeyine çare olamadığımız için yönlendirmeye çalışıyoruz. Yani evinden çıkartılacak olan aileyi bu konuda yardım edebilecek olan belediyedeki kişilerle buluşturmak gibi. Medikal problemleri olan çocukları Kızılay’la buluşturup Kızılay’ın onları evinden alıp hastaneye götürüp tekrardan evine geri bırakması gibi… Sonra tekrardan bu çocuğun ilaç ihtiyacı olduğunda yine bize yönlendiriyorlar. Biz bir şekilde karşılayacak bir yerler bulmaya çalışıyoruz gibi. Yani aslında çok kapsamlı bir yerden yaklaşmaya çalışıyoruz ve ailelerin güvenebilecekleri bir destek merkezi olmaya çalışıyoruz.

Demiryakan: Sadece çocukları değil ailelerini de kapsayan bir…

Tabii ki aileler iyi olmazsa çocuklara yaptığınız hiçbir şey zaten kalıcı olamaz. İlk önce ailelerin birazcık kendilerini daha güvende hissedebiliyor olması lazım, çocukları için umudu olması lazım ki çocukların da kendileri için umudu olabilsin ve biz ailedeki bazı davranışları değiştirirken sadece çocukları değiştirmek yeterli olmuyor. Aile dinamiğinin değişmesi laızm. Babalardan bir tanesinin aile ziyaretlerinde yaptığı yorumlardan biri de şuydu: “Benim çocuğum normalmiş aslında. Benim çocuğumun davranışlarında hiç bir problem yokmuş. Benim ondan istediğim şeylerde sorun varmış,” gibi aileler de bizimle birebir çalışmıyor olsalar da acayip bir farkındalık kazanıyorlar. Yani herkese yarıyor. Dolayısıyla bizim çalıştığımız, birebir çalıştığımız çocukların dışında da onların aileleri zaten çok geniş oluyor, 6-12 yaş grubunun dışında kalan çocukları varsa ya da çalıştığı için gelemeyen çocukları varsa onlar da etkilenmiş oluyorlar ve yararlanmış oluyorlar böylece bizden.

İlgili: Azad – “Pardon, bu miting Suriyelilere mi karşı?”

Demiryakan: Aileler de değişmeye başlıyor böylece. Rehabilitasyon, entegrasyon, farkındalık diye amaçlarınızı sıralamışsınız. Rehabilitasyon kısmını konuştuk biraz önce, bu entegrasyon ve farkındalıkla ilgili biraz konuşmak istiyorum. Özellikle, farkındalık yaratmak için bu sanat terapisi vesaire dışında neler yapıyorsunuz?

Çocukların farkındalıkları zaten öğrendikleri becerilerle, dayanıklılık becerileriyle artıyor. Kendi duygularını öğreniyorlar, kendi tepkilerini öğreniyorlar. Ama biz bunun dışında, çocuklarımızın farkındalığının dışında, dışarıdaki insanların farkındalığını ve algısını değiştirmek istiyoruz. Çünkü dışarıdaki toleransın, yani Emir’in yola çıkış sebeplerinden bir tanesi zaten oydu, dışarıdaki tolerans azaldıkça insanlar görmezden geldikçe, “Gitsinler zaten,” dedikçe çok negatif bir yaklaşım başlıyor Suriyeli mültecilere karşı ve onlar bunu hak etmiyorlar. Çünkü onlar da insan ve bizim çalıştığımız popülasyon özellikle çocuklar ve onlar bizim geleceğimiz, çünkü hiç bir yere gitmiyorlar. Yani belki bir gün inşallah geri dönebilecekleri bir ülkeleri olur tekrardan, geri dönmek isterlerse o da, ama istemezlerse artık buradalar ve onlar buranın bir parçası. Bizim de bu şekilde hareket edip onları entegre etmemiz ve buradaki insanlara bunun farkındalığını vermemiz, o hoşgörünün, toleransın, nasıl yardım edebileceklerinin, travmanın ne demek olduğunun, savaş travmasının ne demek olduğunun; travmalı bir çocuğa müdahale edilmezse, ona gerekli olanaklar ve destekler sağlanmazsa onu ne gibi bir geleceğin beklediğinin farkındalığını kazandırmamız çok önemli.

Aynı zamanda da söylediğim gibi bu çocuklarla çalışırken de ailelerle çalışırken de çok hassas davranılması gerekiyor.
Dolayısıyla biz hem gönüllülerimizi eğitirken -ki gönüllülerimizin çoğu zaten üniversite öğrencilerinden oluşuyor- hem onların farkındalığını artırıyoruz, onların bizim projemizde veya diğer projelerde çalışırken nasıl davranmaları gerektiğini öğretiyoruz, hem diğer STK’ların çalışanlarını eğitiyoruz. Onlara travma desteği ve dersi veriyoruz. Çünkü pek çoğunun çalışanları maalesef travmalı çocuklarla nasıl çalışacaklarını bilmiyor ve sanat terapisi ya da psikososyal destek adı altında açtıkları programların içerisinde uzmanlar bulunmuyor genelde. Bu da tabii ki hem çalışanlar için, uzman olmayan ve bu grupları öğrenmeye çalışanlar için çok
zorlayıcı bir durum oluyor çünkü nasıl başa çıkabileceklerini bilmiyorlar. Hem travmayla, hem göç travmasıyla, savaş travmasıyla hem de Suriyeli mültecilerle… Çünkü bambaşka bir kültürden bahsediyoruz. Kültürel farklılıklar, dil farklılıkları da
var. Hem de bazıları kendileri de Suriye kültüründen olan kişileri de işe alırlarsa onların da kendi travmaları var. Dolayısıyla onların da kendi travmalarında bir farkındalık yaratmaya ve nasıl onların travmalarıyla baş edebileceklerini öğretmeye
çalışıyoruz.

Ayrıca daha geçenlerde, geçen hafta, Avrupa Parlamentosundaydık. Avrupa Parlamentosunda da oradaki parlamenterlere birazcık daha olayın sayılardan ve rakamlardan oluşmadığını, travmanın gerçekten hem bu jenerasyonu hem de ilerideki jenerasyonları etkileyebilecek kadar güçlü olduğunu ve eğer biz bozmazsak o kısır döngünün çok daha, kar topu gibi, büyüyerek ve jenerasyonel olarak da etki yaratacağını anlatmak üzere gittik. Dinleyenler 4 copytarafından çok olumlu geri dönüşler aldık. Parlamentoda daha duygusal bir taraftan yaklaşmanın, daha insani bir taraftan yaklaşmanın çok alışıldık olmadığını, daha çok işte araştırmalar, sayılar üzerine gidildiğini, dolayısıyla o gelecek olan paraların, çıkacak olan yasaların bu sayılar üzerinden yapıldığını ama gerçekten insanların içten, kalben bu konu üzerinde kafa yormadığını söylediler. Bu şekilde geri dönüşler aldık. Dolayısıyla bizim yaptıklarımız onların gerçekten kalbine dokunmuş ve bu konu hakkında bir şey yapmak için onları birazcık daha teşvik etmiş durumda diye gözlemliyoruz. Hatta oradan geri dönüşler olacak şimdi bize gelen, projemizi ziyaret edenler olacak Brüksel’den. Bunlar bizim için önemli. Hem fon olarak geri dönüş olarak önemli ki biz sürdürülebilir olalım hem de oralarda gerçekten, nasıl diyeyim, bu insanların geleceğine ve akıbetine karar veren kişilerin gerçekten ne olduğunu anlıyor olması gerekiyor. Çoğunu alıp 3-5 tane kampa götürüyorlar. Oradaki durumu gösteriyorlar. Ama kamplarda sadece 300 bin kişi yaşıyor. Aslında 2.3 milyon kişiden fazla ki bu kayıtlı olan sayılar. Bunu da ikiyle çarpabilirsiniz diyorlar, yani yaklaşık 3-4 milyon insan dışarıda, kampların dışındaki hayatta yaşıyor. İstanbul’un içerisinde kayıtlı 300 bin kişi var. Kayıtlı olmayan 600 bine kadar çıkabilecek insan olduğunu düşünürseniz onlardan da 100 bin ile 200 bin arasının çocuk olduğunu düşünürseniz, 18 yaş altında, çok büyük bir rakam ve o insanları, ihtiyaçlarını gerçekten görmüyorlar. İstanbul’daki bir kişinin ihtiyacı, kamptaki bir kişinin ihtiyacıyla zaten aynı olamaz. Orası çok daha korunaklı bir bölge.

Tabii ki kampın kendine göre çok büyük zorlukları var. Ama kendilerine göre avantajları da var. Şehirde yaşamanınsa çok büyük dezavantajları var. Burada suç çok daha fazla, burada güvenlik çok daha az, burada okul olanakları ve kapasiteler çok daha az. Çünkü zaten kendi çocuklarımıza yetecek kadar okul kapasitesi olmayan ilçelerimiz var. Böyle bir zamanda biz nasıl başka Suriyeli çocukların bize entegre olmasını bekleyebiliriz bu ilçelerde. Yani bunu öğretmenlerden ve ilçelerden beklemek de çok mantıklı bir şey olmuyor. Dolayısıyla bu gerçek tabloyu gösterebilmek için önemli olduğunu düşünüyoruz bu farkındalık yaratma çalışmalarının.

Buğra Barçın: Biz iki sene önce ilk röportajımızı bir Suriyeli mülteciyle yapmıştık sonra o Avrupa’ya geçti. Ona da sormuştuk da o zaman, “Burada kamplar var ama kampların dışında da yaşayan bir sürü Suriyeli mülteci var. Niye kamplarda kalmak istemiyorlar?” diye. Genel olarak öyle bir eğilim var gibi. Yani onun sebebi nedir daha yakından bakınca?

Aslında iki tane şey var. Hiçbir şeyi olmayan insanlar kampa gitmeyi tercih ediyorlar. Çünkü orada en azından size bir ev var, başınızı sokabileceğiniz. Ev demeyeyim de konteynırınız var. Sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyorsunuz. Okul var, gündüzleri yapacak bir şey var. Çalışma olanakları var. Bazı insanlar için kamp daha ideal bir yer. Onlar aslında gitmeyi tercih ediyorlar. Bir kısım gitmeyi tercih edip gidemeyen var, çünkü kamplar 300 bin kişilik ve kapasitesi dolu. Şu anda o kadar çok gelen insan var ki gidebilecek olduğunda kampta yer yok zaten gitmesi için. Bunu bana kendisi Suriyeli olan kampta yaşamayı tercih etmeyen bizi de parlamentoda seyretmeye gelmiş birisi söyledi. “Siz bu kadar konuştunuz ama kamplarda aslında yerler olmadığını hiç söylemediniz, hiç bahsetmediniz,” dedi. Dolayısıyla bu onlardan direkt olarak gelmiş bir geri bildirim. Aynı zamanda da bir kısmı da kamplara gitmek istemiyor. Çünkü kampların da kendine göre zorlukları var. Hayata entegre olamıyorsunuz, orada çok izole bir hayat yaşıyorsunuz. Dil öğrenmeniz çok daha zor. Tamam dil kursları var ama gündelik hayatın içinde onu kullanmanız, işte bir iş olanağı sağlamanız dışarıda, belirli saatlerde girip çıkmanız gerekiyor, bazı kamplardan çıkamıyorsunuz. Bunlar çok kısıtlayıcı şeyler. İnsanlar özgürlüklerinin kısıtlanmasını istemiyorlar tanımadıkları bilmedikleri bir ülkede. Birazcık bakış açısı farkı var. Biraz da zaten 2 milyon kişi, 3 milyon kişiyi barındırabilecek kamp kapasitemiz yok. Dolayısıyla insanların başka seçeneği yok. Kampta da yer açılıncaya kadar ben orada bekleyeyim gibi bir olanak olmadığı için bu insanların biraz böyle bir eğilimleri var.

Bir kısmı da tabii ki Avrupa’ya kaçmak istiyor. Avrupa’da olmak istedikleri için, Türkiye’yi son durak olarak görmedikleri için ya da herhangi bir şey olursa bir kamp alanında sonuçta siz bütün özgürlüğünüzü başka birine teslim ediyorsunuz ve o sizin için karar veriyor oluyor. Zaten Suriye’den zorla sürüldüler buraya kadar, burada da şimdi birinin vereceği bir kararla o kamplara herhangi başka bir uygulama gelirse uymak zorundalar. Bazıları da onun güvensizliği içinde. Çünkü kendi devletlerine güvenemedikleri için başka bir devlete de güvenemiyorlar, tam olarak, %100 güvenemiyorlar yani.

Barçın: Ben bir de şunu soracağım. Hep çocuklarla çalışıyorsunuz ama aileleriyle de bir şekilde meşgul oluyorsunuz. Bunların geleceğe dair umutları ne durumda? Hem oradaki savaşın bitip bitmemesi anlamında hem de kendi kişisel geleceklerine dair. Yani Türkiye’de mi olmak istiyorlar, yoksa dönmek istiyorlar mı? Yoksa Avrupa’ya mı gitmek istiyorlar?

Genelde çok değişiyor. Kişiden kişiye değişiyor. Aileden aileye değişiyor. Her ailenin yapısı farklı. Bazı aileler Çok şükür halimize” diye bakarken, bazı aileler “Köpekler bile bizden daha iyi yemek yiyorlar, biz bunu hak edecek ne yaptık?” diyorlar. Yani o umut ve umutsuzluk aslında bir tek aileden aileye değil, günden güne de değişiyor. Çünkü onların hayatında o kadar büyük bir belirsizlik var ki… Yasalar belli değil, hala geçici misafir konumundalar. Doğru düzgün çalışabilecekleri yasalar yeni çıktı ve onların da tam olarak nasıl olduğunu herkes bilmiyor, anlamıyor. Türkiye’de zaten büyük bir işsizlik var. Onlar için çok büyük bir gelecek vaat edilmiyor burada. “Siz kalın, kalmaya geldiniz. Biz de sizi kucaklıyoruz” diye bir durum yok.

Türkiye’nin kendi akıbeti de kendi insanlarının Türkiye’ye olan güveni de şu anda çok sarsılmış durumda. Dolayısıyla bu insanların da travmaları tekrardan tetikleniyor. Bazıları yurt dışına gitmek istiyorlar çünkü oradan da bir şey duyuyorlar, biraz da kulak dolgunluğu yani. “Amerika bilmem kaç bin kişi alıyormuş. Hadi biz de gidelim, orada kurtuluruz”, “Almanya bilmem ne yapacak, oraya gidelim,” deyip böyle ayaklanıp giden bir grup da oluyor. Bazısı da zaten oraya gidebilecek ya da kaçabilecek bir paraya sahip olmadığı için burada. En fazla gidebileceği yer burası olmuş. Dolayısıyla hani kimisi daha umutlu, kimisi “Çok şükür,” diyor, “İyi ki varsınız,” diyor bize de, “İyi ki geldik buraya, Türkiye’den Allah razı olsun,” diyor. Ama kimisi de “Bizim yaşadığımız şartlar kabul edilir şartlar değil. Niçin biz bu şartlarda yaşıyoruz? Burada sokak köpeklerine bile yemek verilirken bize niye yemek verilmiyor?” diyen ailelerimiz de var.

Demiryakan: Siz bir de maddi yardımlar, eşya yardımları da topluyorsunuz.

Yani biz çok fazla maddi yardım zaten vermiyoruz. Çünkü maddi yardım çok bambaşka bir yere giden bir şey.

Demiryakan: Eşya yardımı…

Eşya yardımlarını belediyeye veriyoruz, onların dağıtmasına yardımcı oluyoruz. Bizim yaptığımız, Maya Vakfı’nın kapasitesi altında Project Lift’in değil. Umut Işığı diye bir projemiz var. Onlar da bize gelen okullardan, Doğudaki okullardan genelde, bize gelen talepler doğrultusunda yardım kampanyaları başlatıyoruz. Biz bir kısmını koyuyoruz, bir kısmını dışarıdan liseden öğrenciler koyuyorlar. Çeşitli firmalardan bağış yapanlar oluyor ve ona göre ihtiyaç listesini tamamlayıp yolluyoruz. Diyarbakır’da bir okula gitti, Van’da bir okula gitti gibi. Böyle şeyler, yardım kampanyaları yapıyoruz ama o mültecilere yönelik değil. O bütüncül yani. Hangi çocuk okuyorsa orada, hangi etnik kökenden geliyorsa fark etmez bize. Okulun çağrısı o yani.

2 copy 2

Demiryakan: Yardımlar ya da çağrılar tatmin edici mi ya da en azından ümit vaat ediyor mu? Yabancı düşmanlığını da hesaba katarsak.

Umut Işığı bambaşka bir proje olduğu için onun üzerinden gitmemek gerekiyor diye düşünüyorum. Suriyelilere yönelik olan yardımlar çok tatmin edici değil tabii ki. İlgi biraz daha artmaya başladı ama malesef bu genelde ölen çocukların ajitasyonunun ne kadar yapıldığıyla doğru orantılı olarak oluyor. Hani haberlere çıkıp ajitasyonu yapılmış olan çocuklar olursa, hayat kaybı olursa tabii ki o zaman ilgi daha fazla artıyor. O zaman insanlar “Ben ne yapabilirim, nereye para verebilirim?” diye bakıyor. Onun haricinde de genel hayatlarına geri dönüyorlar ve bu konuyla pek fazla ilgilenmiyorlar. Fakat yazdan itibaren birazcık daha bu konuya eğilim başladı. Bundan önce “Aa Suriyeli çocuk mu? Ben dokunmam, işin içine girmem. Çok politik bir işte çalışıyorsunuz,” diyen kişiler şimdi bunun politik değil de aslında hümanistik bir iş olduğunun ve herkesin bir şekilde el atması gereken bir problem, kanayan bir yara olduğunun birazcık daha farkındalar. Ama kimse elini çok fazla cebine atmak istemiyor malesef. Çünkü onlar da haklılar. Nereden başlayacağını, nasıl dokunacağını da kimse bilmiyor.

Biz çocuklara psikolojik destekte bulunuyoruz, biz çocukların ileride eğitim hayatına devam edebilmesi için, kazandırılması için çalışmalarda bulunuyoruz. Biz bu çocukların ruh sağlıklarını korumak üzere çalışmalarda bulunuyoruz. Ama bu çocuklara yönelik yapılabilecek çok çok daha fazla da şeyler var ve yapılması gereken şeyler var. Yani siz bir çocuğun psikolojisini, onu koruyacak bir evi olmadan zaten düzeltemezsiniz. Dolayısıyla biz bir taraftan bir şeyleri veriyoruz ama ondan sonra o çocuğun elindeki ev gideceği zaman, o çocuk zaten bizim verdiğimizi tamamen alamıyor ve bu bizim başımıza geldi. Çocuklarımızdan bir tanesi projenin her gününde bize gelip “Bildiğiniz ev var mı? Bizim kiraya çıkmamız gerekiyor, bizi evden atacaklar,” dedi. Onun aklında sadece o var. O sırada bir şey öğrenebilmesinin imkânı yok ki. “Biz evimizden olacağız” korkusuyla yaşıyor. Dolayısıyla bizim yapabileceklerimiz var, bir de dışarıdan yapılması gerekenler var. Herkesin bir şekilde elini atması gerekiyor. Ama bunu da insanların insanlık onuru zedelemeyecek bir şekilde yapmak gerekiyor. Televizyonlarda falan afişe ederek “Ben şuna ev verdim, buna bilmem ne verdim” şeklinde değil de gerçekten kalıcı çözümler yaratacak şekilde yapmak gerekiyor. Bunun için de en önemli olan şeylerden biri farkındalık, ikincisi de Suriyeli mültecilerin buradaki kültüre olan entegrasyonu. Çünkü bizim kültürümüze entegre değillerse eğer ve olmazlarsa, Türkçeyi öğrenemezlerse, bizim değerlerimizi öğrenemezlerse burada tutunmaları çok zor. Kendilerini ait hissetmeleri çok zor ve buraya ait hissetmezlerse topluma yararlı bireyler olamayacaklar. E bu topluma yararlı olamayacak iki milyon kişinin –hatta daha bile fazlasının- şu anda var olduğunu düşünürseniz, onların da sayılarının çoğalarak hayatlarına devam ettiklerini düşünürseniz. Çok büyük bir tehlike aslında bizi bekliyor. Onları dışlayarak, “Nereden geldilerse oraya gitsinler,” diyerek biz aslında çok büyük bir hata yapıyor ve kendi kendimizi bu durumun içine sokuyoruz. Dolayısıyla farkındalık o bakımdan da çok önemli. Ama onların entegrasyonu da çok önemli. Çocukları burada başka çocuklarla oynayabilecek hale getirmek, çocukların burada bıçak çekmeyecekleri bir hale getirmek bizim çok önemli ki bu da oluyor. Bize gelip de “Bana sokakta bıçak çekiyorlar”, “Beni sokakta bıçakla kovalıyorlar,” diyen çocuklarımız var. Ama şunu da demek istiyorum: Bu sadece Suriyeli mülteci çocuklara Türk çocukları tarafından yapılıyor değil. Bu karşılıklı bir hoşgörüsüzlük haline gelmiş durumda. Bir taraf bir tarafı eziyor, bir taraf bir tarafı kullanıyor gibi değil. Ama tabii ki her zaman azınlıkta olan daha çok eziliyor. Azınlıkta olanın daha az sesi çıkıyor. Ama bunun dünyanın her tarafından örneklerini defalarca tarihte gördüğümüz gibi azınlıkta olan ve ezilen kesim bir süre sonra baş kaldırmaya başlıyor. Dolayısıyla onları baş kaldıracakları değil, bu topluma yararlı olabilecek bir hale getirmeliyiz. Belediyelerden bir tanesinde Astronot bir Suriyeli var! Biz bu değeri niçin kaybediyoruz? Bu değeri niçin kullanmıyoruz? Bilim adamı, doktoru, öğretmeni var aralarında. Biz onları kazanmak yerine, dışlayıp “Nereden geldilerse oraya gitsinler,” diyoruz. Dolayısıyla bizim de o bakış açısını çevirip entegrasyonu sağlayabilmemiz gerekiyor. Bize de çok büyük bir katkısı olacak çünkü. İnsanlıkta buluşabilirsek eğer, nereden geldiğini, hangi dili konuştuğunu bir kenara bırakıp nasıl birbirimize destekte bulunacağımızı düşünebilirsek aslında bizim için avantaja çevirebileceğimiz bir durum var şu anda.

Demiryakan: Son olarak şunu sormak istiyorum: Bu sorunların çözülmesi böyle sosyal sorumluluk projelerinin ve sivil toplum örgütlerinin daha da yaygınlaşması ve göçmenlerin geçici olarak burada kalması tahmini üzerinden değil de artık kalıcı oldukları üzerinden bu projeleri yürütmeleri gerektiğini düşünüyorum ben. Sizce, Türkiye çapında, bu tarz projeler yürüten STK var mı?

Yeteri kadar STK zaten…

Demiryakan: Ya da ne kadar olmalı, nasıl olmalı?

Bu konuda çalışan STK’ların bir kısmı uluslararası STK’lar, burada çalışıyorlar. Bir kısmı da Türkiye’ye yönelik olanlar. Birincisi, Suriye kültürüyle çalışma konusunda çok fazla bilgisi olan yok. İkincisi, özellikle ruh sağlığı konusunda çalışan STK’ların da uzmanlık eksikliği var. Bunun iki sebebi var: Birincisi, yeterince uzman yok bu konuda çalışabilecek. İkincisi de bu çok büyük bir para gerektiren bir iş. İnsanlar bu paraların arkasına girmek istemiyorlar. Çünkü sürdürülebilir olmak istiyorlar. STK’ların en önemli niteliği sürdürülebilir olması ki gelip işi yapıp ondan sonra çekilip gitmek çok mantıklı bir şey değil. O yüzden ne kadar uzun süreyle müdahalede bulunabilirlerse o kadar iyi. Uzun süreli olması için de giderlerinin bir o kadar az olması gerekiyor. Uzman çalıştırdığınız zaman da bu çok mümkün olmuyor. Bizde çalışan neredeyse herkes uzman. Dolayısıyla herkes konusunda sahada çalışmış, terapist ekibimiz de herkes sahada yüksek lisansını yapmış, geriye kalan herkesin travma konusunda bir bilgisi var, travma eğitimlerini en az bir kere bizden almış, bütün eğitimlere tekrar tekrar girip çıkıyorlar, kendilerini geliştirmeye çalışıyorlar. Bu hem çok meşakkatli bir iş hem de çok pahalı bir iş. Yani Vakıf üzerinde de çok büyük bir etkisi var bunun.

Bizim böyle bir avantajımız var. Çünkü vizyonu çok geniş vakıf yöneticilerimiz ve kurucularımız var. Ama bu standartlar herkeste yok. Bu standartlar olmadığında da verdiğiniz hizmetin kalitesi tabii ki düşüyor. Bu sefer de çalışanlarınızın hem verimi düşüyor hem onların da travmatize olma olanağı yükseliyor. Dolayısıyla Türkiye’de yeterince bilgi ve uzmanlık yok. Ama olmayacak diye bir şey de yok. Bunu değiştirebiliriz, bunu değiştirmek için çalışmalar yapıyoruz. Biz herkese yetemeyiz. Ama biz elimizden geldiği kadar insanı eğitip, onların daha sağlıklı, sürdürülebilir ve uzun süre destekler vermelerine yardımcı olabiliriz. Bizim amaçlarımızdan bir tanesi de bu. O yüzden STK’ların hem çoğalması hem de daha fazla fonlanması gerekiyor, ama aynı zamanda hem bilinçlendirilip hem de eğitimden geçmeleri gerekiyor travma konusunda. Ama bunu sadece biz veriyoruz diye bir şey yok. Başka taraflardan da travma desteği olabilir, ama eğitim ve süpervizyon bu konuda çalışan ekipler için çok çok önemli.

Akut bir şey üzerinde çalışmıyoruz. Çok uzun zamandır devam eden ve uzun zaman devam edecek bir konunun üzerinde çalışıyoruz. Etkileri de devam ediyor ve bu insanlar için hergün yeni bir şey çıkıyor, dolayısıyla bizim de aynı şekilde sürdürülebilir, uzun süreli çalışabilecek bir durumda olabilmemiz ve aynı zamanda da o ihtiyaçlarla baş edebiliyor olmamız gerekiyor. İhtiyaçlar değiştiği için bizim baş etme metotlarımızın da devamlı değişiyor olması gerekiyor, kendimizi de aynı şekilde geliştiriyor olmamız gerekiyor. Bundan önce bu kapasitede bir müdahaleye Türkiye’nin daha önce ihtiyacı olmamıştı. Şu anda deprem sonrasında, Soma sonrasında, afetler sonrasında başka müdahalelerde bulunuluyor. Ama bu müdahaleler bir sene üzerinden gidiyor. Bir sene, iki sene belki, ama daha fazla değil… Suriye krizi çok uzun süredir devam ediyor ve devam edecek. İnsanlar gelmeye de devam edecek, buradaki insanlar yer değiştirmeye de devam edecek, onların ihtiyaçları da devam edecek. Yani siz şimdi onları alın, bir sosyal konuta koyun, ondan sonra da unutun gibi bir şey söz konusu değil. Burada çok bambaşka bir durum söz konusu. İnsanlar bağlarından kopup geliyorlar, dil bilmiyorlar, kültüre alışık değiller, zaten dışlanıyorlar… Yani bambaşka dinamiklerin olduğu bir dönemin içerisindeyiz. Dolayısıyla STK’ların da adapte olması, gelişmesi ve kendini geliştirmesi bu konuya daha fazla para ayırabilmesi gerekiyor. Bağışların da daha mantıklı bir şekilde yapılması gerekiyor. Yani sadece çocuk bezi bağışı yapmak ya da sadece kullanılmış eşya göndermekle bu iş bitmiyor. Başka yerlerde de ihtiyaç var.

Demiryakan: Teşekkür ederiz.

Rica ederim, başka bir sorunuz olursa her zaman bekliyorum.

Yorumlar